• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Nahl Suresi Meali Ve Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Nahl Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 128 âyettir. Sûre, adını 68. âyette geçen “en-Nahl” kelimesinden almıştır. “en-Nahl” bal arısı demektir. Sûrede başlıca, kâinatta Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren deliller, vahiy, öldükten sonra dirilme gibi konular yer almaktadır

Nuzül​



Mushaftaki sıralamada on altıncı, iniş sırasına göre yetmişinci sûredir. Kehf sûresinden sonra, Nûh sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sondan üç âyetin Medine’de indiği yolunda rivayetler vardır. Hicretten bahseden 41. âyet ve sonrasının Medine’de indiği yolundaki görüş zayıf bulunmaktadır (41. âyetin tefsirine bk.).


Konusu​



Sûrede ulûhiyyet, vahiy, öldükten sonra dirilme ve Allah’ın huzurunda hesap verme gibi dinin temel konuları ele alınmakta; ardından göklerde ve yerde Allah’ın mutlak kudretinin delilleri gösterilmekte, daha sonra O’nun nimetlerini görüp takdir etmemenin, şükretmemenin sonuçları hatırlatılarak bu hususta insanlar uyarılmakta; adalet, ihsan, sözünde durma, yemin, haram ve helâller, tövbe gibi dinî-ahlâkî konular üzerinde durulmakta; ayrıca Hz. Peygamber’e Allah yoluna davetin yöntemi hatırlatılarak adaletli, sabırlı olması istenmektedir.
 
Nahl Suresi - 91 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكٖيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَفٖيلاًؕ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ
    ﴿٩١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾91﴿
Antlaşma yaptığınız zaman Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin; Allah’ı kendinize kefil tutarak kesinliğe kavuşturduktan sonra yeminlerinizi bozmayın. Unutmayın ki yaptıklarınızı Allah bilmektedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bir önceki âyette başta adalet olmak üzere temel buyruk ve yasakların ortaya konmasından sonra, adaletin bir gereği olan ahde vefâ ve yeminlere sadakat gösterilmesi emredilmektedir. “Allah’a verdiğiniz söz” konusunda “ashabın Hz. Peygamber’le yaptıkları biat, cihad, malî ibadetler, Allah adına yapılan yemin” gibi açıklamalar yapılmışsa da bunun her türlü meşrû vaadi kapsadığı yolundaki görüş en mâkul olanıdır. Bu vaadlerin, “Allah’a söz verme” şeklinde ifade edilmesi bunların ahlâk ve hukuk bakımından olduğu kadar dinî bakımdan da bağlayıcı olduğunu ve Allah katında sorumluluğu gerektirdiğini gösterir. Aynı şekilde yeminlerin bağlayıcılığı da önemle vurgulanmakta olup âyetin son cümlesi insanlara bu konulardaki sorumluluğu hatırlatan önemli bir uyarı anlamı taşımaktadır (Ayrıca bk. Mâide 5/89).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 436
 
Nahl Suresi - 92 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَا تَكُونُوا كَالَّتٖي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًؕ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍؕ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِهٖؕ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ فٖيهِ تَخْتَلِفُونَ
    ﴿٩٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾92﴿
Sakın, bir grubun diğer gruptan daha güçlü olması sebebiyle yeminlerinizi aranızda (güçsüzler aleyhine) bir kandırma aracı yaparak, ipliğini iyice büktükten sonra geri çözen kadın gibi olmayın. Allah bu şekilde sizi imtihan etmektedir. Ve O, hakkında görüş ayrılığına düştüğünüz şeyleri kıyamet gününde size mutlaka açıklayacaktır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Buradaki teşbih, yemine sadakat göstermenin sadece dinî bir hüküm değil aynı zamanda aklın da bir gereği olduğuna işaret eder. Çünkü objektif ahlâk ölçülerini kişisel çıkarların üstünde tutan selim tabiatlı insan, bir kimsenin tutmayacağı halde yemin etmesini mantıksal bir çelişki olarak görür. Âyet, teorik olarak yanlış sayılsa bile pratikte sıkça rastlanan “Güçlü olan yeminini bozabilir, verdiği sözü yerine getirmeyebilir” şeklindeki aldatmacı anlayışı özellikle yadırgamakta ve yasaklamaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 436-437
 
Nahl Suresi - 93-94 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْدٖي مَنْ يَشَٓاءُؕ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
    ﴿٩٣﴾
  • وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ
    ﴿٩٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾93﴿
Eğer Allah isteseydi hepinizi elbette ki bir tek inanç topluluğu yapardı. Ama O, dilediğinin yoldan çıkmasına imkân verir, dilediğini de doğru yola iletir. Yapmakta olduklarınızdan dolayı kesinlikle sorgulanacaksınız.

﴾94﴿
Evet, yeminlerinizi aranızda bir kandırma aracı yapmayın; sonra sapasağlam basmışken ayağınız kayar ve insanları Allah yolundan saptırmanızın acı meyvesini tadarsınız, ayrıca ağır bir azapla da cezalandırılırsınız.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanların, dinî ve ahlâkî bakımdan farklı inanç ve davranışları benimseyip uygulayarak farklı gruplar oluşturacak şekilde yaratılmaları bir imtihan gereği olup hayat bu imtihanla anlam kazanmaktadır. Ama bu imtihanın sonunda da bir sorumluluk vardır. İnsanlar, diğer görevleri yanında ahde vefâ gösterip göstermedikleri, yeminlerini tutup tutmadıkları hususunda da yüce Allah tarafından mutlaka sorguya çekileceklerdir. Çünkü, ahdini ve yeminini bozmak, birey açısından bir ahlâk ve karakter bozukluğunu ifade ettiği gibi toplumsal hayat bakımından da bir güvensizlik ve istikrarsızlık ortamı doğurmakta, bu da hem mânevî hem de maddî bakımdan daha başka vahim sonuçlara yol açmaktadır. 94. âyetteki “...sapasağlam basmışken ayağınız kayar” ifadesinin bu istikrarsızlığa, “acı meyve”nin bundan doğan sosyal sıkıntılara, “ağır azab”ın âhiretteki cezaya işaret ettiği de düşünülebilir. Başta Zemahşerî olmak üzere birçok müfessire göre bu âyetin asıl gayesi, Hz. Peygamber’le biatleştikten sonra bu ahdini ve yeminini bozma temayülünde olanları uyarmaktır. Ancak bu durum, âyetin hükmünün genelliğini engellemez. Zemahşerî’ye göre (II, 343), bir kimsenin ahdini ve yeminini bozarak dürüstlükten sapması, bu konuda başkalarına kötü örnek olacağı için âyette bu tutum “insanları Allah yolundan saptırmak” olarak değerlendirilmiştir.
 
Nahl Suresi - 95-96 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَلٖيلاًؕ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
    ﴿٩٥﴾
  • مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍؕ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذٖينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
    ﴿٩٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾95﴿
Allah’a verdiğiniz sözü küçük bir menfaate satmayın! Eğer bilirseniz sizin için Allah’ın katında olan daha hayırlıdır.

﴾96﴿
Sizde bulunanlar tükenip gider, ama Allah’ın katındakiler kalıcıdır. Asla kuşkunuz olmasın ki, güçlüklere göğüs gerenlerin ecirlerini, yapmış olduklarının daha da güzeliyle vereceğiz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanlar genellikle vaadlerini ve yeminlerini maddî ve dünyevî menfaatleri yüzünden bozarlar. Halbuki bu küçük ve geçici menfaatlere aldananlar, Allah nezdindeki daha değerli, üstelik son bulmayacak olan nimet ve lutuflardan mahrum kalmaktadırlar. İnsanın maddî ve biyolojik talepleri, ihtirasları, kompleksleri, onun sağlıklı düşünmesini, akıl ve vicdanının sesini dinlemesini engelleyebilmektedir. Bu engel ancak ihtiraslara karşı konularak aşılabilir; Allah’ın vaad ettiği tükenmeyen lutfuna ve dolayısıyla, mutluluklara da ancak bu sayede ulaşılabilir. Bunun için 96. âyette “Asla kuşkunuz olmasın ki, güçlüklere göğüs gerenlerin ecirlerini, yapmış olduklarının daha da güzeliyle vereceğiz” buyurulmuştur.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 437-438
 
Nahl Suresi - 97 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
    ﴿٩٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾97﴿
Erkek olsun kadın olsun, kim inanmış bir insan olarak dünya ve âhirete yararlı işler yaparsa kesinlikle ona güzel bir hayat yaşatacağız ve böylelerinin ecirlerini de muhakkak surette yapmış olduklarının daha güzeliyle vereceğiz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Güzel işler” diye çevirdiğimiz sâlih kelimesi, insanların hem din hem de dünya hayatları için iyi ve yararlı olan bütün faaliyetleri kapsayan bir Kur’an tabiridir. Aslında âyet metninde “işler” kelimesi yoktur; bununla birlikte diğer birçok âyette sâlih, “iş” anlamına gelen “amel” kavramıyla birlikte kullanıldığı için meâlini böyle verdik. Âyette bu tabirin geçtiği cümle, “kim güzel iş yaparsa...” şeklindeki anlamı yanında, “kim yaptığını doğru ve güzel yaparsa” şeklinde de anlaşılacak bir özellik taşımaktadır. Bu da bize hem işimizin doğru ve yararlı olması hem de onu doğru bir şekilde, meşrû ölçülere göre yapmamız gerektiği fikrini vermektedir. Hatta, Kur’an’daki yaygın kullanımının aksine burada “amelen sâlihan” değil de sadece “sâlihan” kelimesinin kullanılmasında, hâricî işlerimizle birlikte, literatürde “kalbin amelleri” denilen duygu, düşünce ve niyetlerimizi de güzelleştirmemiz gerektiğine bir ima olduğunu söyleyebiliriz. “Hoş bir hayat” tabirindeki hayat kelimesiyle dünya hayatının kastedildiği hususunda hemen hemen görüş birliği vardır (meselâ bk. Taberî, XIV, 170-171; Zemahşerî, II, 343; İbn Atıyye, III, 419). “Hoş bir hayat” müjdesinin ardından ikinci bir müjde olarak zikredilen ecir ise âhiret mükâfatıdır. Böylece âyette dünya ve âhiret mutluluğunun birleştirildiği görülmektedir.

Dünya ve âhiret mutluluğunun birlikte vaad edildiği, böylece Allah’ın en güzel nimetlerinin çok kapsamlı ve zarif bir üslûpla dile getirildiği bu âyet, hayatını güzel işlerle süsleyen müminlere eşsiz bir müjde olduğu kadar gerek müslüman bireyler gerekse müslüman toplumlar için son derece anlamlı bir uyarı ve bir irşad değeri taşımaktadır. Burada yüce Allah, hakkıyla mümin olup işlerini güzel yapanların, yaptığını doğru yapanların; iyi, hayırlı ve faydalı işler yapmayı hayatlarının yasası haline getirenlerin dünya hayatlarının da hoş olacağı, güzel ve mutlu kılınacağı (Taberî, XIV, 171) müjdesini vermekte; bu hususta son derece kesin ifadelerle vaadde bulunmaktadır. Kur’an Allah’ın asla sözünden dönmeyeceğini bildirir (Bakara 2/80), her mümin de buna böyle inanır (Âl-i İmrân 3/194). Buna göre eğer müslümanların dünya hayatları Allah’ın müjdelediği şekilde değilse bunun sebebini yanlış yerlerde aramamalıyız; dönüp kendimize bakmalı, yaptığımız işlerin ve kalplerimizin “sâlih” olup olmadığını kontrol etmeliyiz. Âyet, hayatın güzelleştirilmesinden erkekler kadar kadınların da güzel işler yaparak pay sahibi olmaları gerektiğine işaret etmesi bakımından ayrı bir önem taşımaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 438-439
 
Nahl Suresi - 98-100 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ
    ﴿٩٨﴾
  • اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
    ﴿٩٩﴾
  • اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذٖينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذٖينَ هُمْ بِهٖ مُشْرِكُونَࣖ
    ﴿١٠٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾98﴿
Kur’an okuyacağın vakit, o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.

﴾99﴿
Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve rablerine dayanıp güvenenler üzerinde bir hâkimiyeti olamaz.

﴾100﴿
Şeytanın hâkimiyeti ancak onu kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hitap Hz. Peygamber’e olmakla birlikte onun şahsında bütün insanların dikkati, bunca hikmetli bilgi ve uyarılar içeren Kur’an’a çekilmektedir; çünkü bu ve benzeri müjde, irşad ve uyarılarıyla Kur’an-ı Kerîm insanlığa en doğru ve en güvenilir rehberdir. Fakat Kur’an’ın rehberliğinden yararlanabilmek için âyette, “kovulmuş şeytan”ın vesveselerine karşı Allah Teâlâ’ya sığınmamız öğütlenmekte; böylece dolaylı olarak zihin ve kalbimizi kötü duygu ve düşüncelerden uzaklaştırıp Kur’an’ın ışığına açmamız gerektiğine işaret edilmektedir. Bu öğüt dolayısıyla müslümanların Kur’an okumaya başlarken “besmele”den önce “eûzü” çekmeleri gelenek olmuştur (ayrıca bk. Fâtiha 1/1, “eûzü”nün tefsiri).

Bu şekilde Allah’a inanıp O’na sığınanlar, O’na dayanıp güvenenler üzerinde şeytan hâkimiyet kuramaz. Fakat âyette bunu bildiren ifadenin mutlak olup olmadığı hususunda değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar içinde en isabetli ve gerçekçi görüneni şöyle özetlenebilir: Allah’a imanı, bağlılığı ve güveni tam olanlara şeytan bazı hatalar işletmeyi başarsa da, onları inkâr ve şirk gibi affedilmez bir günaha saptıramayacaktır (bk. İbn Atıyye, III, 420; Kurtubî, X, 183-184). Nitekim Kurtubî, İblîs’in Hz. Âdem ve Havvâ’ya günah işlettiğini hatırlatarak, şeytanın müminlere asla günah işletemeyeceği şeklindeki yorumu gerçekçi bulmaz. 100. âyete göre şeytanın insanlar üzerinde hâkimiyet kurmasının asıl sebebi onların kendi tavırlarıdır. Şeytanı kendilerine velî yapanların onun hâkimiyeti altına girecekleri açıktır.

Şeytan cinlerin hemcinsi ve ulusudur. Allah’a inanıp güvenenlere etkisi olamayacağına göre cinlerden korkmak ve cincilere gitmek için de bir sebep yoktur. Allah’a inanmak ve güvenmek cinlere karşı korunmanın en güvenli yoludur.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 439
 
Nahl Suresi - 101 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍؕ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
    ﴿١٠١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾101﴿
Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilir- “Sen sadece uyduruyorsun” dediler. Öyle değil, fakat onların çoğu bilmezler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah’ın, bir âyetin yerine başka bir âyeti getirmesine nesih denmektedir. Burada değiştirildiği ifade edilen “âyet”le, Kur’an âyetinin kastedildiğini kabul eden İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu Kur’an’ın bir âyetinin hükmünün daha sonra gelen bir âyetle değiştirilebileceğini veya tamamen kaldırılabileceğini söylemişler ve bu görüşlerine konumuz olan âyetle, Bakara sûresinin 106. âyetini delil göstermişlerdir. İmam Ebü’l-Hasan el-Mâverdî’nin en-Nüket ve’l-uyûn adlı tefsirinde (III, 214) aktardığı başka bir görüşe göre konumuz olan âyette Kur’an’ın bir âyetinin başka bir âyetle değiştirilmesi değil, yüce Allah’ın eski bir dinin hükmünü (o hükmü bildiren âyeti) sonradan gelen bir dinin hükmüyle (meselâ Tevrat ve İncil’deki bir hükmü Kur’an’ın bir âyetiyle) değiştirmesi kastedilmiştir (neshin anlamı, kapsamı ve Kur’an’da nesih konusunda bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’an-ı Kerîm F) Nesih” başlığı; Bakara 2/106).Hz. Peygamber, kendisine indirilen ve eski bir hükmü ortadan kaldıran bir âyeti Mekkeliler’e tebliğ ettiğinde onu zor durumda bırakmak için bahane arayan putperestler, eğer Peygamber’in bildirdikleri Allah’tan olsaydı bunların değişmemesi gerektiğini ileri sürerek, “Bütün bunları sen uyduruyorsun, işine geldiği gibi değiştiriyorsun” şeklinde ithamlarda bulunuyorlardı. “...Onların çoğu bilmiyorlar” ifadesi, bir dönemde bir hükmün, başka bir dönemde farklı bir hükmün insanların daha çok yararına olacağı gerçeği konusunda müşriklerin cehaletini dile getirmektedir (İbn Atıyye, III, 420).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 441
 
Nahl Suresi - 102 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِمٖينَ
    ﴿١٠٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾102﴿
İman edenlere sebat kazandırsın, müslümanlara rehber ve müjde olsun diye rabbin tarafından bir gerçek olmak üzere Kur’an’ı Ruhulkudüs’ün indirdiğini söyle.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Ruhu’l-Kudüs”ten maksat Cebrâil’dir (bilgi için bk. Bakara 2/87, 97). Âyet müşriklerin yukarıdaki iddiasını reddetmekte ve bu münasebetle vahyin aslî hedefini de özetlemektedir. Buna göre vahyin temel gayesi, ortaya koyduğu çeşitli kanıtlarla inananların imanını pekiştirmek, Allah’ın buyruk ve hükümlerine teslim olanlara, yanlış inanç ve davranışlardan korunup doğru yola yönelmelerinde rehber olmak, bu yolda ilerleyenlere kurtuluş ve mutluluk müjdeleri vermektir. Böylece âyet, dolaylı olarak muhataplarını, Peygamber’in tebliğlerini peşinen reddetmek yerine bu hedefler üzerinde düşünmeleri gerektiği hususunda uyarmaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 441
 
Nahl Suresi - 103-105 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌؕ لِسَانُ الَّذٖي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبٖينٌ
    ﴿١٠٣﴾
  • اِنَّ الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْدٖيهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ
    ﴿١٠٤﴾
  • اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ
    ﴿١٠٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾103﴿
Hiç kuşkusuz, “Kesin olarak bunları ona bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Oysa ona öğretiyor dedikleri kişinin dili yabancıdır, bunun dili ise açık seçik Arapça’dır.

﴾104﴿
Allah’ın âyetlerine inanmayanlar yok mu, Allah onlara hidayet vermeyecek; onlar için elem verici bir azap vardır.

﴾105﴿
Ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar böyle bir yalanı uydurabilirler, asıl yalancılar onların kendileridir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müşriklerin bazıları Hz. Peygamber’in kendisine Allah tarafından vahyedildiğini bildirdiği sözleri kendisinin uydurduğunu söylerken bazıları da bunları ona başka bir insanın öğrettiğini ileri sürmüşlerdi. Bu kişinin Ehl-i kitap’tan Bel‘am isimli Mekkeli bir kılıç ustası veya Yaîş ya da Cebr isimli bir hıristiyan köle olduğu gibi çeşitli rivayetler vardır. Ancak bu rivayetler tahminden öte bir değer taşımamaktadır. Bir rivayette İranlı Selmân’ın da ismi zikredilmekle birlikte Selmân Medine döneminde müslüman olduğu için bu rivayet asılsızdır. Âyetten anlaşıldığına göre bu kişinin kim olduğu o zaman bilindiği için burada isminin verilmesine gerek görülmemiş, bununla birlikte onun bir Arap olmadığı bildirilmiş; Arapça’nın en güzel örneği olan Kur’an gibi bir edebiyat şaheserinin, insanlığın din ve dünyasına ışık tutacak değerde bir hikmet kaynağının bir yabancı tarafından dikte edilmesinin imkânsızlığı ifade edilerek iddianın saçmalığı ortaya konmuştur. 104. âyette bu şekilde âyetleri inkâr edenlerin hidayetten mahrum kaldıkları ve şiddetli bir azapla cezalandırılacakları bildirilirken, 105. âyette Hz. Peygamber’in öğretisinin onun kendi uydurması olduğunu ileri süren Mekke müşrikleri ve genel olarak tarihin başka döneminde İslâm vahyi için benzer iddiada bulunanlar kastedilerek, yalancılık ve sahtekârlığın ancak böylesi inançsızlara yakışır bir davranış olduğu bildirilmiş; dolayısıyla asıl iftiracı ve yalancıların imandan nasip almamış kimseler olduğu ifade edilmiştir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 442
 
Nahl Suresi - 106 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ اٖيمَانِهٖٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْاٖيمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ
    ﴿١٠٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾106﴿
Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâra saparsa -kalbi imanla dolu olduğu halde baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere- kim kalbini inkâra açarsa işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mümin ve müslüman olduktan sonra inancından dönen, dinden çıkan insana mürted denir. Bu şekilde “kalbini inkâra açarak” yani kendi özgür iradesini kullanarak dinini terkedip dinsizliğe sapan veya başka bir dini benimseyen kimse Allah’ın gazabına uğrayacak ve çok büyük bir azapla cezalandırılacaktır (irtidad ve mürted hakkında bilgi için bk. Bakara 2/217; Mâide 5/54). İman, esas itibariyle gönülden bir benimseme ve onaylama olduğu gibi, inkâr da aynı şekilde Allah’ın varlığını, birliğini ve müslüman sayılmanın asgari şartları olan diğer iman esaslarını kısmen veya tamamen, bilerek ve isteyerek reddetmedir. Buna göre böyle bir isteği ve niyeti olmadığı, âyetteki ifadesiyle “kalbi imanla dolu olduğu halde” ağır baskı altında kalan (mükreh) bir mümin, bu baskı (ikrah) yüzünden görünüşte inancının aksine beyanda veya davranışta bulunursa âyete göre bundan dolayı mümin olmaktan çıkmaz. Karşılaşılan baskı veya sıkıntıya “zaruret”, böyle bir durumda inancının aksini ifade etmeye veya yapmaya “ruhsat”, baskıya rağmen inandığı gibi konuşmaya veya davranmaya da “azîmet” denir. Genel bir kurala göre “Zaruretler memnu olan şeyleri mubah kılar” (Mecelle, md. 21).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 443-444
 
Nahl Suresi - 107-109 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ
    ﴿١٠٧﴾
  • اُو۬لٰٓئِكَ الَّذٖينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
    ﴿١٠٨﴾
  • لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ
    ﴿١٠٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾107﴿
Bu, onların dünya hayatını âhirete tercih etmelerindendir. Allah kâfirler topluluğuna hidayet vermez.

﴾108﴿
Bunlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir; gaflette olanlar da işte bunlardır.

﴾109﴿
Hiç kuşku yok ki âhirette kaybedecek olanlar bunlardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Dinden sapmanın temelindeki ahlâkî ve psikolojik sebebin âhireti, yani Allah’ın huzurundaki mutlak sorumluluğu, kusursuz yargılanmayı dışlayan bir dünya düşkünlüğü olduğunu göstermesi, dünya tutkusuyla hidayet arasındaki zıtlığa işaret etmesi bakımından din psikolojisine ışık tutan ifadenin ardından 108. âyette bu şekildeki bir dünya tutkusunun, insanın mânevî hayatına ve yargılarına verdiği zararlar dile getirilmektedir. Her şey yüce Allah’ın kesin hükümleri, O’nun koyduğu düzen çerçevesinde gerçekleşmekte; insan bir kere kalbini inkâra açıp dünya hayatını âhirete tercih edince bunun ardından 108. âyetteki tabiriyle “gaflet”, yani düşüncesizlik ya da sağlıksız düşünme süreci başlamakta; artık onun gönlü, kulağı ve gözü mühürlenmekte; başka bir ifadeyle o kişi, âhiret kurtuluşu için kendisine lâzım olan şeylere zihnen ve ruhen kapalı hale gelmektedir. Görüldüğü gibi bu birkaç âyet, bütün karmaşık inkâr olaylarının “sehl-i mümtenî” kabilinden bir anlatımıdır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 444
 
Nahl Suresi - 110-111 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذٖينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحٖيمٌࣖ
    ﴿١١٠﴾
  • يَوْمَ تَأْتٖي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
    ﴿١١١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾110﴿
Öte yandan, bilesin ki rabbin, eziyetlerle sınandıktan sonra yurtlarından göçenlerin, ardından çabalarını sürdürüp sabır gösterenlerin yardımcısıdır; artık bu yapılanlardan sonra rabbin elbette çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

﴾111﴿
O gün herkes gelip kendisini savunacak, herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müfessirlerin çoğunluğu buradaki göçten Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinin kastedildiğini ileri sürmüşlerse de bu sûre Mekke’de indiğine göre, 41. âyette olduğu gibi burada da Habeşistan’a göç edenlerden bahsedildiğini kabul etmek gerekir.

“Eziyetlerle sınanmak” şeklinde tercüme ettiğimiz metindeki fütinû fiili, inkârcıların müslümanları inançlarından döndürebilmek için uyguladıkları fiziksel ve mânevî baskıları ifade eder. Bu baskılar, başka açıdan müslümanın dinine sadakatinin ve Allah’a imanının sınandığı bir tür imtihan olduğu için olay, aslında “imtihan” anlamı taşıyan bu fiille ifade edilmiştir. Yukarıdaki âyetler, dünya tutkuları ve zaafları sebebiyle inkârda ısrar eden veya müslüman iken bu tür baskılara dayanacak kadar inancı ve bağlılığı güçlü olmadığı için sınavı kaybedip dinden çıkanlardan söz etmişti. Burada ise baskılara ve eziyetlere rağmen dinlerinde sebat eden, en azından zâhiren baskıcıların istedikleri gibi hareket etseler de kalplerinde imanlarını koruyan müslümanlar övülmekte; Allah’ın onların yardımcısı, velîsi olacağına ve sonunda onların galip geleceğine işaret edilmekte (âyet metnindeki “li” edatının bu anlama işaret ettiğine dair bk. Zemahşerî, II, 345; Şevkânî, III, 223); herkesin kendisini savunacağı, kendi başının derdine düşeceği kıyamet gününde de Allah’a candan inanıp bağlanan, inancı uğruna baskılara katlanan, acı çeken, sabreden ve nihayet yurtlarını terkeden bu müminlere Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretiyle muamele edeceği müjdelenmektedir.


Kaynak :
 
Nahl Suresi - 112-113 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْتٖيهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
    ﴿١١٢﴾
  • وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ
    ﴿١١٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾112﴿
Allah şöyle bir şehri örnek veriyor: Bu şehir güvenlikli ve huzurluydu; her yerden oraya bol rızık geliyordu. Derken ahalisi Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti, Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden genel bir açlık ve korku felâketini tattırdı.

﴾113﴿
Oysa onlara kendi içlerinden bir peygamber de gelmişti. Ama onu yalancılıkla suçladılar, bu yüzden de haksızlıklarını sürdürürken azap onları yakalayıverdi.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sözü edilen şehir müfessirlerin çoğuna göre Mekke’dir. Gerçekten Mekke, Hz. İbrâhim’in burada Kâbe’yi inşa etmesinden sonra onun duası ve bu kutsal yapı bereketiyle (Bakara 2/126; İbrâhim 14/35, 37) dokunulmaz (harem) olarak kabul edilmiş, burada kan dökülmesi yasaklanmış, şehre girenler güvencede kabul edilmiştir. Çevresinde kabile çatışmaları yüzünden mal ve can güvenliği sık sık tehlikeye düşerken Mekke güvenlikli ve kutsal şehir olma özelliğini yüzyıllarca korumuştur (Ankebût 29/67). Ayrıca hac sayesinde Mekke’nin bir ticaret merkezi haline gelmesi de şehir halkına ekonomik bakımdan çok önemli imkânlar sağlamaktaydı (Kasas 28/57). Ancak Mekke ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e ve müslümanlara karşı giderek artan bir dozda şiddet yoluna başvurmalarıyla şehrin huzuru bozuldu, güven ve bereket giderek ortadan kalktı, hatta muhtemelen bu âyetin inmesinden önce bir de kıtlık hadisesi yaşandı (bk. Duhân 44/10-15).

Fahreddin er-Râzî, âyetteki şehirle Mekke’nin kastedildiği görüşünü zayıf bulmakta, bunun sadece ibret için zikredilmiş bir misal olma ihtimali üzerinde durmaktadır (XX, 127). Ancak Mekke halkına, inkâr ve inatları, yaptıkları kötü işler, haksızlıklar yüzünden kendi şehirlerinin nereden nereye geldiği hatırlatılarak bundan ders çıkarmalarının istenmesi daha anlamlı görünmektedir. Buna göre “kendi içlerinden bir peygamber”den maksat da Hz. Muhammed’dir.

Sonuç olarak burada asıl anlatılmak istenen şudur: Allah’ın nimetlerine şükretmek ve O’nun peygamberleri aracılığıyla bildirdiği yasalarına uygun davranmak, bir kulluk ve insanlık borcu olduğu kadar, insanların toplumsal ve ekonomik huzuru, güvenliği bakımından da bir zarurettir. Çünkü Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük anlamına gelen açık ve bilinçli inkâr ve kabalıkların toplumsal bir hal almasıyla, insanların ekonomik, sosyal ve psikolojik problemleri arasında bir ilişki bulunmaktadır; insanlar bu kötü gidişin sonuçlarını er veya geç, kaçınılmaz olarak, açlık ve korku türü musibetlerle yaşarlar.

Meâlinde geçen “açlık ve korku felâketi” ifadesindeki felâket kelimesinin âyet metnindeki aslı “elbise” anlamına gelen libâstır. Burada elbise nasıl bedeni sarar kuşatırsa, yaptıkları yüzünden müstahak olanlara Allah’ın vereceği açlık ve korkunun da onları kuşatacağı, kaplayacağı, çektikleri açlık ve korku duygularının dışlarına yansıyacağı anlatılmak istenmiştir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 446-447
 
Nahl Suresi - 114-117 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًࣕ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
    ﴿١١٤﴾
  • اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزٖيرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
    ﴿١١٥﴾
  • وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَؕ اِنَّ الَّذٖينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَؕ
    ﴿١١٦﴾
  • مَتَاعٌ قَلٖيلٌࣕ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ
    ﴿١١٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾114﴿
Allah’ın size verdiği helâl ve güzel rızıktan yiyip için ve eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’nun nimetine de şükredin.

﴾115﴿
Allah size sadece murdar eti (meyte), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı. Ama biri zorda kalırsa, haksızlığa sapmadıkça, sınırı aşmadıkça (yiyebilir). Çünkü rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.

﴾116﴿
Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak, “Bu helâldir, bu haramdır” demeyin; çünkü Allah hakkında asılsız şey söylemiş olursunuz; Allah hakkında asılsız şey söyleyenler de kesinlikle iflah olmazlar.

﴾117﴿
Az bir faydalanma... Ardından onlara elem veren bir azap vardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İçinde bulundukları bolluk ve güvenlik ortamını kendisine borçlu oldukları Allah’a karşı nankörlük eden, üstelik yaptıklarının yanlışlığını göstermeye çalışan Allah elçisini de yalancılıkla suçlayan şehir halkının bu yüzden uğradığı açlığı, korkuyu ve başlarına gelecek büyük azabı bir uyarı örneği olarak hatırlatan âyetlerin ardından Allah’a hakkıyla kulluk eden kimselerin, O’nun verdiği nimetlerden yararlanırken kendisine şükretmeleri gerektiği bildirilmekte; sonra da bazı haram yiyecekler sıralanmaktadır (bu haramlar konusunda bilgi için bk. Bakara 2/173). Allah kuluna gereksiz ve faydasız yere zorluk çıkarmaz; hatta kul zorda kalırsa, kural olarak yasakladığı bazı şeylere geçici olarak izin de verir. Önemli olan, Allah tarafından konmuş olan hükümlere saygı duymamızı, nimetlerinden ötürü O’na minnettar olmamızı sağlayan, bizi haksızlık ve aşırılığa sapmaktan koruyan bir dindarlık duyarlılığına sahip olmaktır. Buna karşılık, Allah’ın hükümlerini önemsemeyip de haram ve helâl konusunu hafife alarak, aslında kendi keyfî arzularıyla uluorta hükümler koyup bunları Allah’ın hükümleriymiş gibi göstermeye kalkışmak, “az bir faydalanma” yani önemsiz dünya menfaatleri uğruna “Allah üzerine yalan uydurmak”, insanı ebedî kurtuluştan mahrum bırakacak ve “elemli bir azab”a götürecek ölçüde ağır bir suçtur.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 448-449
 
Nahl Suresi - 118 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَعَلَى الَّذٖينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
    ﴿١١٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾118﴿
Yahudilere daha önce sana sözünü ettiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Onlara biz haksızlık etmedik, fakat onlar kendi kendilerine haksızlık ediyorlardı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Daha önce sana sözünü ettiğimiz şeyler” ifadesinin En‘âm sûresinin 146. âyetine gönderme yaptığı anlaşılmakta, bu da Nahl sûresinin En‘âm sûresinden sonra indiğini göstermektedir. Yahudilere haram kılındığı bildirilen şeyler En‘âm sûresinin 146. âyetinde şöyle sıralanmaktadır: “Yahudilere mahsus olmak üzere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere, sığır ve koyunun ise iç yağlarını onlara haram kıldık. Azgınlıkları yüzünden onları böyle cezalandırdık.” Konumuz olan âyetin son cümlesine göre Allah tarafından yahudilere yiyecekler konusunda bazı sınırlı yasaklar konulmasının asıl sebebi, yahudilerin yine kendileri olmuştur; bu yasakların, bazı günahları sebebiyle onları terbiye etme amacı taşıdığı anlaşılmaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 449
 
Nahl Suresi - 119 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذٖينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحٖيمٌࣖ
    ﴿١١٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾119﴿
Sonuç olarak senin rabbin cahillikle kötülük işleyen, ama bunun ardından tövbe edip kendilerini düzeltenlerin yardımcısıdır; onların bu dönüşünden sonra, bilesin ki, artık rabbinin mağfiret ve rahmeti de çok geniştir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Cahillikle” ifadesi, “yapılanın kötülük veya günah olduğunu bilmeden” mânasında olmayıp, “bildiği halde iradesine hâkim olamamak, bilgisini uygulamamak, nefsine uyup kötülük yapmak yüzünden” anlamında kullanılmıştır. Bununla birlikte âyette cahillik kavramının kullanılması, bir başka açıdan, bütün kötülüklerin temelinde bilgisizlik bulunduğuna işaret eder. Çünkü iyilik ve kötülüğün sebepleri, mahiyeti ve sonuçları hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olanlar, ayrıca kötülük eğilimlerini dizginlemenin yol ve yöntemlerini bilenler, kararlarını doğru verip iradelerini doğru yönde kullanma imkânına da sahip olurlar. Her şeye rağmen, bir önceki âyette de işaret edildiği gibi Allah’ın muradı insanlara kötülük etmek değildir; O, insanları cezalarla tehdit etmekle onların kendilerini düzeltmelerini istemiştir. Kötülükler cezasız kalırsa hayatın anlamı kalmaz. Ama eğer insanlar kötülüklerden dönüp hallerini düzeltirlerse Allah’ın onlardan bekledikleri gibi hareket etmiş olacaklarından, önceki kötülükleri hususunda O’nun af ve merhametine de mazhar olurlar. Bu dönüşü gerçekleştirmeleri halinde Allah onları, kendisine karşı nankörlükleri yüzünden tattırdığı açlık, korku vb. dünyevî musibetlerden (âyet 112) kurtaracağı gibi âhirette azaba uğramaktan da koruyacaktır. Allah’ın, burada görüldüğü gibi insanlara her vesileyle rahmet ve mağfiretinin genişliğini hatırlatması, onlara kötülüklerinden vazgeçmeleri noktasında bir arzu, ümit ve irade aşılamayı hedeflemektedir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 449-450
 
Nahl Suresi - 120-121 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ اِبْرٰهٖيمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَنٖيفاًؕ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِكٖينَۙ
    ﴿١٢٠﴾
  • شَاكِراً لِاَنْعُمِهِؕ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ
    ﴿١٢١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾120﴿
Kuşkusuz İbrâhim, bir tevhid önderi olarak Allah’a gönülden itaat eden iyilik rehberiydi, müşriklerden de değildi.

﴾121﴿
Allah’ın nimetlerine şükrederdi; Allah onu seçkin kılmış, doğru yola yöneltmişti.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Zemahşerî, “iyilik rehberi” diye çevirdiğimiz ümmet kelimesinin burada iki anlama gelebileceğini belirtmektedir: a) İbrâhim’in, sahip olduğu bütün güzel nitelikler sebebiyle âdeta tek başına bir ümmet kadar büyük ve önemli bir zat olduğunu ifade eder; b) Burada ümmet, “bir toplumun kendisini iyilik konusunda önder ve rehber (imam) edindiği, peşinden gittiği kişi” anlamına gelir. Nitekim başka bir âyette bildirildiğine göre Allah Teâlâ ona, “Ben seni insanlara önder (imam) yapacağım” buyurmuştu (Bakara 2/124).

Kur’an-ı Kerîm’de âdeta Hz. İbrâhim’in ismiyle özdeşleştirilen hanîf kelimesi ise “şirk kuşkusu taşıyan her türlü sapkın görüşten uzaklaşarak, Allah’ın birliği inancını benimseyen ve ihlâslı bir şekilde yalnız O’na kulluk eden” anlamını ifade eder ve Allah’ın, başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insanın tabiatına en uygun olan tevhid dininin genel bir niteliği olarak geçer (bilgi için bk. Bakara 2/135). Muhtemelen Mekke putperestleri, kendi helâl-haram telakkilerinin ataları Hz. İbrâhim’den geldiğini ileri sürdükleri için burada İbrâhim’in gerek inanç gerekse yaşayış olarak onlarla hiçbir ilgisinin bulunmadığı vurgulanmaktadır (Taberî, XIV, 190). Yukarıda müşriklerin Allah’a karşı nankörlükleri üzerinde durulmuştu; burada ise Hz. İbrâhim’in özellikle tevhid inancına bağlılığı ve Allah’ın nimetlerinden dolayı şükür vecîbesini yerine getirme özelliği öne çıkarılmakta ve bu suretle Mekke putperestlerinin gerek inançta gerekse yaşayışta ondan ne kadar uzakta oldukları ortaya konmaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 451
 
Nahl Suresi - 122 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًؕ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحٖينَؕ
    ﴿١٢٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾122﴿
Biz İbrâhim’e bu dünyada iyilik verdik; kuşkusuz o, âhirette de sâlihlerden olacaktır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İbrâhim’e bu dünyada verildiği bildirilen iyilik (hasene), çoğunlukla “insanlık tarihinde hayırla anılarak saygınlık kazanması” (Taberî, XIV, 192-193; İbn Atıyye, III, 431) şeklinde açıklanmıştır. Böylece âyette Hz. İbrâhim’in hem dünyadaki hem de âhiretteki seçkinliğine, şan ve şerefine işaret edilmektedir. Onun bu şekilde bir ihsana mazhar olmasının temel sebebi, yukarıda belirtildiği üzere Allah’ın birliği inancının samimi bir bağlısı, savunucusu olması, şükreden bir kul olmasıdır. Böylece âyette dolaylı olarak insanın asıl değerinin, dünya ve âhiret mutluluğunun Hz. İbrâhim örneğinde dile getirilen bu temel özellikleri taşımasına bağlı olduğu ortaya konmaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452
 
Nahl Suresi - 123 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰهٖيمَ حَنٖيفاًؕ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ
    ﴿١٢٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾123﴿
Sonra sana, “Tevhid önderi olan ve putperestler arasında yer almamış bulunan İbrâhim’in dinine uy” diye vahyettik.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Muhammed’in, içinde yetiştiği toplumun putperest ve nankör kesiminden kendisini ayıran ve ismini ebedîleştiren temel özelliği de Allah’ın bu âyette özetlenen buyruğuna uyarak Hz. İbrâhim’in tevhid geleneğini ihya etmesi ve tebliğ ettiği dinin inanç ilkeleriyle ibadet ve ahlâk ruhunun “İbrâhimî gelenek” denilen bu öğreti üzerine inşa edilmiş olmasıdır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452
 
Nahl Suresi - 124 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذٖينَ اخْتَلَفُوا فٖيهِؕ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فٖيمَا كَانُوا فٖيهِ يَخْتَلِفُونَ
    ﴿١٢٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾124﴿
Sebt gününün gözetilmesi sadece onun hakkında görüş ayrılığına düşenlere gerekli kılınmıştı. Rabbin kıyamet gününde, ayrılığa düştükleri meseleyle ilgili olarak onların arasında hükmünü verecektir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Eski tefsirlerde genellikle yahudilerin, hakkında görüş ayrılığına düştükleri şeyin “sebt günü” (cumartesi yasağı) olduğu belirtilmiştir; fakat İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XIV, 322-323) bunu bir önceki âyette geçen İbrâhim ve “İbrâhim’in dini” olarak anlamak daha isabetlidir. Buna göre âyeti şöyle açıklamak uygun olacaktır: Sebt günü ile ilgili yasaklar, bazı taşkınlıkları ve dikbaşlılıkları sebebiyle sadece Mûsâ kavmine özel bir ceza olarak Allah tarafından konulmuştur, İbrâhim ve onun diniyle ilgisi yoktur. Âyetten anlaşıldığına göre Mekkeliler’in temasta bulunduğu bazı yahudi grupları, diğer birçok konuda olduğu gibi Hz. İbrâhim’in kişiliği ve dini konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdi (bk. Âl-i İmrân 3/65-68).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 452
 
Geri
Üst