• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Sâffât Suresi Anlamı Tefsiri Meali

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Sâffât Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 182 âyettir. Sûre, adını ilk âyette geçen “es-Sâffât” kelimesinden almıştır. Sâffât, sıra sıra dizilenler, saf saf duranlar demektir. Sûrede başlıca, meleklerden, cinlerden, kıyamet ve ahiret olaylarından söz edilmekte; Nûh, İbrahim, İsmail, İshak, Mûsâ, Hârun, İlyas, Lût ve Yûnus Peygamberlerin kıssalarına yer verilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada otuz yedinci, iniş sırasına göre elli altıncı sûredir. En‘âm sûresinden sonra, Lokman sûresinden önce Mekke’de inmiştir.



Konusu​


Sâffât sûresinde Allah’ın birliği, âhiret hayatının gerçekliği, o hayatta neler olacağı, inkârcıların âhiretteki pişmanlıkları ve birbirlerini suçlamaları, ayrıca Allah’ın samimi kullarının cennetteki mutlu yaşayışları hakkında bilgi verildikten sonra Nûh, İbrâhim, İsmâil, İshak, Mûsâ ve Hârûn, İlyâs, Lût ve Yûnus peygamberlerin hayat hikâyelerinin ibretli yanları ve Allah’ın onları yardımıyla desteklemesi anlatılmakta; putperestlerin bâtıl inançları eleştirilmektedir. Sûre, genellikle Kur’an tilâveti ve duaların sonunda okunması âdet haline gelen ve “Sübhâne rabbike...” diye başlayıp “ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn” diye biten âyetlerle son bulmaktadır.



Fazileti​

 
Sâffât Suresi - 75-82 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجٖيبُونَۚ
    ﴿٧٥﴾
  • وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظٖيمِؗ
    ﴿٧٦﴾
  • وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاقٖينَؗ
    ﴿٧٧﴾
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِرٖينَؗ
    ﴿٧٨﴾
  • سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَمٖينَ
    ﴿٧٩﴾
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
    ﴿٨٠﴾
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنٖينَ
    ﴿٨١﴾
  • ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَرٖينَ
    ﴿٨٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾75﴿
Vaktiyle Nûh bize yakarmıştı; biz de ne güzel karşılık vermiştik!

﴾76﴿
Nitekim kendisini ve ailesini o büyük felâketten kurtardık.

﴾77﴿
Ve yalnız onun soyunu kalıcı kıldık.

﴾78-79﴿
Sonradan gelen nesiller arasında onun hakkında (iyi bir ün) bıraktık. Bütün âlemlerde ona selâm olsun!

﴾80﴿
İşte biz iyileri böyle ödüllendiririz.

﴾81﴿
Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.

﴾82﴿
Sonunda ötekileri sulara gömdük.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yukarıda geçmişteki topluluklara da uyarıcı elçiler gönderildiği belirtilmişti. Buradan 148. âyete kadar geçen bölümde bu konuya dair bazı örneklere işaret edilmektedir. Örneklerden ilki Hz. Nûh ve kavminin durumudur. Nûh’un, rabbine hangi sözlerle yakardığı konusunda Nuh (71/26-28) ve Kamer (54/10-17) sûrelerinde bilgi verilmektedir. Bu bilgilere göre Nûh aleyhisselâm, bütün çabalarına rağmen kavminin inkâr ve isyanda direnmeleri sonucunda onların durumunu Allah’a arzetmiş ve sonuçta yüce Allah, –Nûh’un karısı ve bir oğlu da dahil olmak üzere (bk. Hûd 11/42-43; Tahrîm 66/10)– inkâr ve isyanda direnenleri 76. âyette belirtilen “büyük felâket”le yani tûfanla cezalandırmış (bk. Hûd 11/36-49), Nûh ve ailesiyle diğer müminleri ise bu felâketten kurtarmış ve böylece Nûh’un soyunu yaşatmıştır.
Eski tefsir ve tarih kitaplarında, Kitâb-ı Mukaddes’teki bilgiler doğrultusunda (bk. Tekvin, 6-9. bablar), bütün insanlığın sadece Nûh’un Sâm, Hâm ve Yâfes isimli üç oğlunun soyundan gelişip yayıldığı belirtilir (Meselâ bk. Taberî, XXIII, 67-68). Buna göre Nûh tûfanından sonra yeryüzünde sadece Nûh’un soyu devam etmiştir. Tefsirlerde buna karşılık iki farklı görüşten daha söz edilmektedir:
a) Şevkânî’nin aktardığı bir görüşe göre (IV, 458) âyetteki, “Nûh’un soyu”ndan maksat, onunla birlikte tûfandan kurtulan müminlerdir. Nitekim İsrâ sûresinde (17/3) Nûh ile birlikte taşınanların soyundan, Hûd sûresinde de (11/48) Nûh ile birlikte olan gruplardan, milletlerden (ümem) söz edilmektedir. Buna göre Nûh ile birlikte kurtulanların soyu da devam etmiştir.
b) Tûfanın bütün dünyayı kapladığı, dolayısıyla yeryüzünde Nûh’un gemisinde bulunanlardan başka kurtulan kalmadığı görüşü yaygın olmakla birlikte Nûh’un, Hz. Muhammed gibi bütün insanlığa gönderilmediği, sadece kendi kavminin peygamberi olduğu, şu halde burada ve diğer ilgili âyetlerde verilen tûfanla ilgili bilgilerin de bu sınır dahilinde anlaşılması gerektiği kanaatinde olanlar da vardır. Buna göre tûfan bölgeseldir; Nûh’un davetinin ulaşmadığı, tûfanın dışında kalan bölgelerdeki insanların nesilleri de devam etmiştir (Âlûsî, XXIII, 98; ayrıca bk. Hûd 11/42-43).
80. âyetteki muhsin kelimesinin mastarı olan ihsan, genel olarak imanda doğruluk ve içtenliği, söz ve davranışta iyilik ve güzelliği ifade eden geniş kapsamlı bir Kur’an terimidir (bk. Bakara 2/112). Âyette bütün peygamberler gibi Hz. Nûh’un da belirtilen anlamıyla ihsan içinde geçen bir hayat yaşadığına, bu yönüyle de insanlığa örnek olduğuna işaret edilmektedir.




Kaynak :
 
Sâffât Suresi - 83-84 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّ مِنْ شٖيعَتِهٖ لَاِبْرٰهٖيمَۘ
    ﴿٨٣﴾
  • اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَلٖيمٍ
    ﴿٨٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾83﴿
Kuşkusuz İbrâhim Nûh’un yolunu izleyenlerdendi.

﴾84﴿
O, tertemiz bir kalple rabbine yönelmişti.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Yolunu izleyenler” diye çevirdiğimiz 83. âyet metnindeki şîa kelimesi, “önder konumundaki birine tam bağlılık gösterip onun yolundan gidenler, ona ve etrafındakilere yardım edenler, destek verenler” anlamında kullanılır (İbn Âşûr, XXIII, 136). Bu ifade, Hz. Nûh’tan sonra gelen Hûd ve Sâlih peygamberler gibi Hz. İbrâhim’in de Nûh’un tebliğ ettiği tevhid inancını devam ettirmek suretiyle onun yolunu izlediğini, onunla aynı inanç ilkelerini ve temel değerleri paylaştığını; onun gibi halkını inkârdan, şirkten ve isyankâr davranışlardan kurtarma mücadelesi verdiğini gösterir.
Tertemiz kalp” diye çevirdiğimiz 84. ayetteki kalb-i selîm deyimi, inkâr ve şirkten, kibir, gurur, kıskançlık, kin, öfke, riya, cimrilik gibi ahlâkî hastalıklardan ve nefsânî tutkulardan kurtulmuş; ruha yetkinlik kazandıran ve erdemli davranışların kaynağı, güzel hasletlerle bezenmiş olan mânevî kişiliği ifade eder (İbn Âşûr, XXIII, 137). Hz. İbrâhim böyle bir kişiliğe sahip olduğundan, kendisine uyanlarla birlikte müslümanlar için “güzel bir örnek” olarak gösterilmiştir (Mümtehine 60/4).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 541
 
Sâffât Suresi - 85-93 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِذْ قَالَ لِاَبٖيهِ وَقَوْمِهٖ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
    ﴿٨٥﴾
  • اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُرٖيدُونَؕ
    ﴿٨٦﴾
  • فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَمٖينَ
    ﴿٨٧﴾
  • فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
    ﴿٨٨﴾
  • فَقَالَ اِنّٖي سَقٖيمٌ
    ﴿٨٩﴾
  • فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِرٖينَ
    ﴿٩٠﴾
  • فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
    ﴿٩١﴾
  • مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
    ﴿٩٢﴾
  • فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَمٖينِ
    ﴿٩٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾85﴿
Babasına ve halkına, “Siz neye tapıyorsunuz?” demişti;

﴾86﴿
“Allah’tan başka birtakım düzmece tanrılar mı edinmek istiyorsunuz?

﴾87﴿
Peki, âlemlerin rabbiyle ilgili düşünceniz nedir?”

﴾88﴿
Sonra yıldızlara şöyle bir baktı;

﴾89﴿
“Ben rahatsızım” dedi.

﴾90﴿
Bunun üzerine diğerleri onu arkalarında bırakıp gittiler.

﴾91﴿
İbrâhim gizlice tanrılarının yanına vardı; “Niçin bir şeyler yemiyorsunuz?” dedi;

﴾92﴿
“Neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?”

﴾93﴿
Sonra onlara güçlü darbeler indirmeye başladı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Çok tanrılı inançları sebebiyle babasını ve halkını eleştiren Hz. İbrâhim, putları kırmayı planlıyordu; bunun için 88. âyetteki deyimiyle “Yıldızlara şöyle bir baktı”, ardından kendisinin hasta olduğunu söyledi. Râzî, Hz. İbrâhim’in yıldızlara bakması ve kendisinin hasta olduğunu belirtmesi hususunda şu iki soruyu sormaktadır: 1. Yıldızlara bakmak (onlardan kehanet yollu bilgiler almak) câiz olmadığına göre İbrâhim bunu nasıl yapabilir? 2. O, gerçekten hasta değilse neden asılsız olarak “Ben hastayım” demiştir? Râzî, bu sorulara verilen cevapları da şöyle sıralar: a) Muhtemelen kendisi gerçekten bir nöbetli hastalık geçiriyordu ve hastalık nöbetinin başlama vaktini yıldızların durumundan anlamak üzere göğe baktı ve o vaktin geldiğini anladığı için “Ben hastayım” dedi. b) İbrâhim’in kavmi astrolojiye önem verir, bu yolla tahminlerde bulunur, hüküm çıkarırlardı. Hz. İbrâhim de halkı kadar astroloji konusunda maharetli idi. Şu halde âyette onun yıldızlara bakarak değil, geleneksel astroloji bilgisine müracaat ederek hasta olduğu sonucunu çıkardığı bildirilmektedir. Nitekim hasta olduğunu söyleyince yanındakiler sözüne inandılar (XXVI, 147). İbn Atıyye’nin aktardığı bir yoruma göre “yıldız” anlamına gelen necm kelimesinin, mecazi olarak “bir şeyin insanın içine doğması” anlamına da geldiği dikkate alınarak âyeti, “Kavminin hallerine ve kendisinin onlarla ilgili durumuna dair içine bir fikir doğdu ve o bu fikre baktı, ona itibar etti...” şeklinde anlamak mümkündür.
Müfessirler, Hz. İbrâhim’in, hasta olmadığı halde inkârcı topluluğu başından savıp putları kırmak için hasta olduğunu söylemesinin peygamberlik sıfatıyla uyuşup uyuşmadığı konusuna açıklık getirmeye çalışmışlardır. İslâm inancına göre doğruluk (sıdk), güvenilirlik (emanet), yüksek zihin kabiliyeti (fetânet), günahtan korunmuşluk (ismet) ve ilâhî tâlimatı insanlara eksiksiz ulaştırma (tebliğ) peygamberlerin temel özellikleridir. Dolayısıyla herhangi bir meşrû mazeret yokken onların yalan söyleyebileceği düşünülemez. İbn Atıyye, peygamberler hakkında câiz olmayan yalanın, hiçbir şer‘î faydası olmadığı halde asılsız bir söz söylemek olduğunu ifade eder (IV, 478). İbrâhim ise, “Ben hastayım” derken putperestleri yanlarından uzaklaştırarak putları kırmak, dolayısıyla hayırlı bir iş yapmak istiyordu. Şu halde o, peygambere yakışmayan bir iş yapmak şöyle dursun, tam aksine, bir peygamberin birinci görevi olan putperestlikle mücadele amacı taşıyordu; sonuçta asıl niyeti yalan söyleyerek insanları aldatmak değil, putları kırmak ve böylece putperestlikle mücadele görevini yerine getirmek olduğu için herhangi bir günah işlemiş değildir. Nitekim Gazzâlî, şöyle der: “Yalan söz, özü gereği değil, muhataba veya başkasına bir zarar doğurduğu için haramdır... Söz, maksatlara ulaşmaya vesiledir. Eğer maksada doğru sözle ulaşılabiliyorsa yalan söylemek haramdır. Maksada ancak yalan söyleyerek ulaşılabiliyorsa ve bu maksat da meşrû ise yalan söylemek sakıncalı değildir; hatta maksat –meselâ bir mâsum müslümanın canını kurtarmak gibi– zorunlu bir görev olup bu görevi yerine getirmek için yalan söylemek gerekiyorsa bu durumda yalan söylemek farz olur” (İhyâ, III, 137).
Zemahşerî, İbrâhim’in yıldızlara bakmasını şöyle açıklar: İbrâhim’in kavmi yıldızperestti; bu sebeple o, yanındakilere, yıldızlara bakarak astroloji sayesinde yıldızlardan kendisinde bir hastalık bulduğu sonucunu çıkardığını ima etti (III, 304). Asıl maksadı ise yalnız kalarak putları kırıp dökmek, böylece onların –tanrı olmaları şöyle dursun– kendi kendilerini korumaktan bile âciz nesneler olduklarını göstermekti; her şeyi planladığı şekilde gerçekleştirdi.
Sonuç olarak bize göre Hz. İbrâhim, aslında kendisi böyle bir şeye inanmamakla birlikte halk, gök cisimlerinden haber alınabileceğine inandığı için yıldızlara bakarak güya oradan kendisinin hasta olduğu yolunda bir hüküm çıkardığını söylemiştir. Sonra da hasta olmadığını, onları denediğini, yıldızlardan hüküm çıkarmanın aslı esası olmadığını bu denemeyle ortaya koymuştur; nitekim aynı yıldızlara bakan ve bu işten anladığını söyleyen insanlar da sonunda yanıldıklarının farkına varmışlardır.
Bütün bu yorumlar “Yıldızlara ... baktı” diye çevirdiğimiz cümleyi, “Geleceğe dair bilgi almak için astrolojiye müracaat etti” şeklindeki anlamaya dayanmaktadır. Halbuki bu cümle, oradakileri savmak için “Bir çare düşündü” mânasını da ifade etmektedir (Şevkânî, IV, 459).
Hz. İbrâhim’in, inkârcılara karşı yönelttiği “Peki, âlemlerin rabbiyle ilgili düşünceniz nedir?” meâlindeki sorusu genellikle, “Allah âlemlerin rabbi olduğu halde siz kalkıp başka varlıkları tanrı kabul eder ve onlara taparken, yarın Allah’ın huzuruna vardığınızda O’nun sizin hakkınızda nasıl bir hüküm vereceğini, nasıl bir muameleyle karşılaşacağınızı hiç düşünüyor musunuz?” şeklinde bir uyarı ve eleştiri olarak yorumlanmıştır (Taberî, XXIII, 70; farklı yorumlar için bk. İbn Âşûr, XXIII, 139-141). Ancak bunu, “Âlemlerin bir rabbi, yaratıcı ve yöneticisi olduğuna inanıyor musunuz? Aslında sizin dinî geleneğinizde bu inanç vardır. Şu halde O’nu bırakıp da putlara nasıl tapabilirsiniz?” şeklinde anlamak da mümkündür.
Kur’an-ı Kerîm’in, putlara yönelik olarak Hz. İbrâhim’in ağzından aktardığı, “Neden bir şeyler yemiyorsunuz; neyiniz var, niçin konuşmuyorsunuz?” şeklindeki müstehzî sözlerde aslında putperest Araplar’a yönelik alay yollu bir uyarı vardır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 541-544
 
Sâffât Suresi - 94-100 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
    ﴿٩٤﴾
  • قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
    ﴿٩٥﴾
  • وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
    ﴿٩٦﴾
  • قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَحٖيمِ
    ﴿٩٧﴾
  • فَاَرَادُوا بِهٖ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَلٖينَ
    ﴿٩٨﴾
  • وَقَالَ اِنّٖي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّٖي سَيَهْدٖينِ
    ﴿٩٩﴾
  • رَبِّ هَبْ لٖي مِنَ الصَّالِحٖينَ
    ﴿١٠٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾94﴿
Diğerleri öfke içinde koşarak İbrâhim’in yanına geldiler.

﴾95﴿
Dedi ki: “Kendi ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?

﴾96﴿
Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı.”

﴾97﴿
Ötekiler, “Onun için bir yapı kurun ve (orada hazırlayacağınız) kuvvetli ateşe atın onu!” dediler.

﴾98﴿
Böylece onu engellemek için bir plan kurdular; ama biz onları alta düşürdük.

﴾99﴿
İbrâhim, “Ben rabbime gidiyorum” dedi, “O bana yol gösterecektir.”

﴾100﴿
“Rabbim! Bana iyilerden olacak bir evlât ver!”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. İbrâhim’in putları kırması etrafında gelişen olaylar burada en dikkate değer yönleriyle özetlenmiş; başka sûrelerde ise daha ayrıntılı bilgi verilmiştir. Şöyle ki, halk bayram şöleni için şehrin dışına çıkınca İbrâhim, hasta olduğunu söyleyerek yalnız kalmış; bu sırada, en büyüğü dışındaki bütün putları kırmıştı. Törenden dönenler durumu görünce, yaptıkları soruşturma sonucunda İbrâhim’i sorguya çekmişlerdi. Bu sırada bâtıl inançlarına karşı Hz. İbrâhim’in yönelttiği eleştirilere karşı inançlarını savunamayan, haklı cevaplar bulamayan putperestler, onun varlığını ortadan kaldırmak istediler; ancak bir mûcize gerçekleşti ve Allah onu yanmaktan korudu (Hz. İbrâhim’in eleştirileri, putları kırması ve diğer gelişmeler konusunda ayrıntılı bilgi için bk. Enbiyâ 21/51-70). Artık halkını putperestlikten vazgeçiremeyeceğini anlayan İbrâhim, yurdunu terketti. “Ben rabbime gidiyorum, O bana yol gösterecektir” ifadesi, Allah’ın buyruğuna uyarak ülkesinden ayrılıp O’nun kendisi için takdir ettiği başka bir yere gideceğini açıkladığı şeklinde yorumlanmaktadır (Zemahşerî, III, 306; Hz. İbrâhim ve hayatı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124).
Hz. İbrâhim’in, putperestlerin inançlarındaki mantıksızlığı açıkça ortaya koymak üzere 96. âyette geçen, “Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı” şeklindeki sözü iki şekilde açıklanmıştır: a) “Sizi de sizin yaptığınız putları da Allah yarattı.” Böylece yaratılmış olanın yaratana ortak koşulmasındaki mantıksızlık dile getirilmektedir. b) “Sizi de sizin amellerinizi, işlerinizi de Allah yarattı.” Şu halde Allah dilemese ve insanlara iş yapma gücü ve imkânını vermeseydi hiç kimsenin hiçbir eylemde bulunması mümkün değildi. Kader inancına bağlı olan Ehl-i sünnet bu açıklamayı, Mu‘tezile ise ilk açıklamayı benimsemişlerdir (kader konusuyla ilgili bilgi için bk. Bakara 2/7, 286).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 544
 
Sâffât Suresi - 101-103 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلٖيمٍ
    ﴿١٠١﴾
  • فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّٖٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّٖٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىؕ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُؗ سَتَجِدُنٖٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِرٖينَ
    ﴿١٠٢﴾
  • فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبٖينِۚ
    ﴿١٠٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾101﴿
Bunun üzerine kendisine akıllı ve iyi huylu bir erkek çocuğu olacağını müjdeledik.

﴾102﴿
Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince babası ona, “Yavrucuğum” dedi, “Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm; düşün bakalım sen bu işe ne diyeceksin?” Dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.”

﴾103﴿
Her ikisi de (ilâhî buyruğa) teslim olunca ve babası onu yüzüstü yatırınca,

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Dilcilerin hem zihinsel gelişmişlik hem de ahlâkî olgunluk anlamı içerdiğini belirttikleri, bu sebeple “akıllı ve iyi huylu” diye çevirdiğimiz halîm, Kur’an-ı Kerîm’de, on bir âyette “sabırlı, yapacağını aceleyle ve kızgınlıkla yapmayan” anlamında Allah’ın sıfatı olarak geçmektedir (bilgi için bk. İsrâ 17/44). “Sabırlı ve temkinli, akıllı, ağır başlı” gibi anlamlar içeren diğer dört kullanımından ikisi Hz. İbrâhim (Tevbe 9/114; Hûd 11/75), biri Hz. Şuayb (Hûd 11/87) hakkındadır. Sonuncusunun da konumuz olan âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen oğlu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır.
“Çocuk, babasıyla beraber iş güç tutacak yaşa gelince” diye çevirdiğimiz 102. âyetin ilgili kısmı, “Çocuk, babasının yanında koşup dolaşacak yaşa gelince” şeklinde de anlaşılmıştır. Âyette Hz. İbrâhim’e müjdelenen ve daha sonra kurban edilmesi istenen bu çocuğun isminin verilmemesi, onun İbrâhim’in İsmâil ve İshak isimli iki oğlundan hangisi olduğu hususunda tartışmalara yol açmıştır. Tevrat’ta onun İshak olduğu bildirilmektedir (Tekvin, 22/9-13). Taberî, her iki yöndeki rivayetleri aktardıktan sonra kendisi, müjdelenen ve kurban edilmek istenenin İshak olduğunu kabul eder (XXIII, 76-79, 81-83; 83-86). İbn Atıyye de Ashaptan Abbas ve oğlu Abdullah ile Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Kâ‘b el-Ahbâr, Ubeyd b. Amr’ın isimlerini de vererek, “Âlimlerin çoğu”na göre müjdelenen ve kurban edilmek istenen çocuğun İshak olduğunu, “İsmâil’dir” diyen “bir fırka”nın da bulunduğunu belirtir (IV, 480). Zemahşerî, âyetin uslûbundan bu çocuğun erkek olduğu, kurban edilmek istendiğinde buluğ çağına ulaştığı ve halîm olduğu sonucunu çıkarmakta; hilmine en güzel kanıt olarak, hayatı söz konusu olduğu halde “İnşaallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın” demek suretiyle kurban edilmesiyle ilgili buyruğa teslim olmasını göstermekte (III, 347), daha sonra kurban edilmesi istenenin veya İshak olduğunu ileri sürenlerin gerekçelerini sıralamaktadır (III, 306-307). Râzî de İshak ve İsmâil diyenlerin gerekçelerini maddeler halinde zikrettikten sonra, eğer İshak ise kurban olayının Diyârışam’da, bir görüşe göre Kudüs’te, İsmâil ise Mina’da (Mekke) geçmiş olması gerektiğini belirtmektedir. Râzî, sonuçta Zeccâc’ın, “Hangisinin kurban edildiğini en iyi Allah bilir” dediğini belirtmekte ve kendisi de, “Evet en iyi Allah bilir” diyerek bu hususta bir tercih yapmaktan kaçınmaktadır (XXVI, 133-155). Şevkânî de tartışmaların geniş bir özetini verdikten sonra her iki tarafın görüşlerinin de tartışmaya açık olduğunu belirtmekle yetinir (IV, 462).
Sonuç olarak 100-101. âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. İbrâhim bu duasından sonra ilk oğluna sahip olmuştur. Bu sûrenin 100-107. âyetler ile 112-113. âyetlerinin içeriği, ilk oğulun Hz. İsmâil olduğunu gösteriyor. Kurban edilmesi istenen de ilk oğul olduğuna göre bunun İsmâil olması kuvvetle muhtemeldir. (Bilgi için bk. Ömer Faruk Harman “İsmâil”, DİA, XXIII, 80-82) Öte yandan konumuz olan âyetlerin asıl amacı, kurban olayının kahramanlarını tanıtmak ve olayın tarihsel gelişimini anlatmak değil, Hz. İbrâhim’in tevhid mücadelesinden alınacak dersleri hatırlatmak, onun çok sevdiği oğlunu bile Allah uğrunda feda etmekten kaçınmayacak kadar ilâhî iradeye teslim oluşundan ders almamızı sağlamak; kezâ oğlunun da yaşının küçüklüğüne rağmen aynı teslimiyet şuuruna sahip olduğunu bir ibret levhası olarak ortaya koymaktır.

Kaynak :
 
Sâffât Suresi - 104-111 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰهٖيمُۙ
    ﴿١٠٤﴾
  • قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
    ﴿١٠٥﴾
  • اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُبٖينُ
    ﴿١٠٦﴾
  • وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظٖيمٍ
    ﴿١٠٧﴾
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِرٖينَ
    ﴿١٠٨﴾
  • سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ
    ﴿١٠٩﴾
  • كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
    ﴿١١٠﴾
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنٖينَ
    ﴿١١١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾104﴿
“Ey İbrâhim!” diye ona seslendik;

﴾105﴿
“Tamam, rüyanı gerçekleştirmiş oldun.” İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.

﴾106﴿
Bu, kesinlikle apaçık bir imtihandı.

﴾107﴿
Biz, (oğlunun canına) bedel olarak ona iri bir kurbanlık verdik.

﴾108-109﴿
Onun hakkında, “İbrâhim’e selâm olsun!” ifadesini sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik.

﴾110﴿
Evet, iyileri işte böyle ödüllendiririz.

﴾111﴿
Çünkü o, bizim mümin kullarımızdandı,

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kaynaklarda verilen ayrıntılı bilgilere göre Hz. İbrâhim, rüyasında aldığı buyruğu yerine getirmeye karar verip gerçekleştirmek üzereyken, bu tutumuyla Allah tarafından tâbi tutulduğu büyük teslimiyet sınavını kazandığı için Allah Teâlâ, Cebrâil aracılığıyla (Zemahşerî, III, 307) görkemli bir koç göndererek oğlunun yerine bunu kurban etmesini istemiş, İbrâhim de öyle yapmıştır. Hz. İbrâhim, daha önce yakılmayı göze alacak derecede tehlikelere göğüs gererek putperestlere karşı mücadele verdiği gibi bu defa da evlâdını kurban etme buyruğuna da tereddütsüz boyun eğmiş; bu büyük özveriye karşı yüce Allah hem onun vaktiyle ateşte yanmasını önlemiş hem de şimdi oğlunu ölümden kurtarmıştır. 105 ve 110. âyetlerde iki defa tekrar edilen, “İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz” ifadesi bu lutuflara işaret etmekte; 108-109. âyetlerde de İbrâhim’in sonraki bütün kuşaklar arasında selâm ve saygıyla anılmasının sağlandığı, isminin ebedîleştirildiği bildirilmektedir. Nitekim bugün de Hz. İbrâhim kitâbî dinlerde saygın bir yere sahiptir. Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle “Allahümme salli...” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber efendimizin yanında Hz. İbrâhim’i de anarız.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 546
 
Sâffât Suresi - 112-113 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِحٖينَ
    ﴿١١٢﴾
  • وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَؕ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِهٖ مُبٖينٌࣖ
    ﴿١١٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾112﴿
İyi insanlardan (seçilmiş) bir peygamber olarak ona İshak’ı da müjdeledik.

﴾113﴿
Ona ve İshak’a bereketler indirdik. Onların soyu içinde iyisi bulunduğu gibi açıkça kendine kötülük edeni de olacaktı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İshak Hz. İbrâhim’in ikinci oğludur; İsmâil’in annesi Hacer, İshak’ın annesi Sâre’dir. Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. İbrâhim 86 yaşındayken İsmâil, 100 yaşındayken İshak dünyaya gelmiştir (Tekvin, 16/16, 21/5; İshak’ın doğumuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Hûd 11/69-83; Hicr 15/53-56). Kurban edilmesi istenenin İshak olduğunu savunanlara göre buradaki müjde onun doğumuyla değil, peygamber olmasıyla ilgilidir (bk. Taberî, XXIII, 88). İshak’ın, peygamber olması yanında “sâlihlerden biri” olarak da nitelenmesi, şanının yüceliğine delâlet eder (Şevkânî, IV, 464). İbrâhim ve İshak’a “bereketler” verilmesi, ikisinin de dünya durdukça saygı ve övgüyle anılmaları, nesillerinin çoğalarak devam etmesi, İsrâiloğulları’nın bütün peygamberlerinin İshak’ın soyundan gelmesi şeklinde açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 310; Râzî, XXVI, 159).
“İyi” diye çevirdiğimiz 113. âyetteki muhsin kelimesi, doğru bir inanca sahip olmaları yanında işlerini de en güzel şekilde yapanları; “kendine kötülük eden” diye çevirdiğimiz zâlimün li-nefsih deyimi de inkârcı ve isyankâr tutumlarıyla bizzat kendilerinin mânevî varlıklarına zarar verenleri ifade etmektedir (Şevkânî, IV, 464). Râzî, “Onların soyu içinde iyisi bulunduğu gibi açıkça kendine kötülük edeni de olacaktı” meâlindeki bu kısmı, “Ataların üstünlüğü, evlâtlarının da üstün olmasını gerektirmez; bu sebeple yahudiler bundan kendilerine bir övünç payı çıkarmamalıdırlar” anlamında bir uyarı olarak değerlendirir (XXVI, 159).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 546-547
 
Sâffât Suresi - 114-122 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
    ﴿١١٤﴾
  • وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظٖيمِۚ
    ﴿١١٥﴾
  • وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِبٖينَۚ
    ﴿١١٦﴾
  • وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَبٖينَۚ
    ﴿١١٧﴾
  • وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَۚ
    ﴿١١٨﴾
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِرٖينَ
    ﴿١١٩﴾
  • سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ
    ﴿١٢٠﴾
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
    ﴿١٢١﴾
  • اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنٖينَ
    ﴿١٢٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾114﴿
Mûsâ ve Hârûn’a da lütuflarda bulunmuştuk.

﴾115﴿
Onları ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtardık.

﴾116﴿
Onlara yardım ettik ve bu sayede galip çıkanlar onlar oldu.

﴾117﴿
O ikisine açık seçik anlaşılabilen kitabı verdik.

﴾118﴿
Onları doğru yola ilettik.

﴾119-120﴿
Ve onların hakkında, “Mûsâ ve Hârûn’a selâm olsun!” ifadesini sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik.

﴾121﴿
İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.

﴾122﴿
Çünkü ikisi de bizim mümin kullarımızdandı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mûsâ ve Hârûn’un peygamberliklerinin, ataları İbrâhim ve İshak’tan kalan bir miras değil, Allah Teâlâ’nın onlara bir lutfu olduğu bildirilmektedir.
Büyük sıkıntı”dan maksat, Şevkânî’nin ifadesiyle (IV, 467) Firavun yönetiminin, Mısır’da yaşayan İsrâiloğulları’na köle muamelesi uygulaması, bu muameleden dolayı çektikleri maddî ve mânevî sıkıntılardır (bilgi için bk. A‘râf 7/104-105). “Açık seçik anlaşılabilen kitap” ise Tevrat’tır. Bu âyetlerde İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ önderliğinde Mısır’dan ayrılıp Sina yarımadasına geçmeleri ve Tevrat’ın indirilmesi konusunda kısaca bilgi verilmekte, Allah’ın Mûsâ ve Hârûn ile İsrâil kavmine büyük lutufları hatırlatılmaktadır (ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/49-93; A‘râf 7/103-156).



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 548
 
Sâffât Suresi - 123-132 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَؕ
    ﴿١٢٣﴾
  • اِذْ قَالَ لِقَوْمِهٖٓ اَلَا تَتَّقُونَ
    ﴿١٢٤﴾
  • اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِقٖينَۙ
    ﴿١٢٥﴾
  • اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّلٖينَ
    ﴿١٢٦﴾
  • فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
    ﴿١٢٧﴾
  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَصٖينَ
    ﴿١٢٨﴾
  • وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِرٖينَ
    ﴿١٢٩﴾
  • سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ يَاسٖينَ
    ﴿١٣٠﴾
  • اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ
    ﴿١٣١﴾
  • اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِنٖينَ
    ﴿١٣٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾123﴿
Kuşkusuz İlyâs da elçilerimizden biriydi.

﴾124﴿
Kavmine, “(Şirk ve günahtan) sakınmayacak mısınız?” dedi;

﴾125-126﴿
“En güzel yaratanı, sizin de geçmişteki atalarınızın da rabbi olan Allah’ı bırakıp Baal’e mi taparsınız?”

﴾127-128﴿
Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bu yüzden, Allah’ın samimi kulları dışında, onlar mutlaka cehenneme konulacaklar arasında olacaklar.

﴾129-130﴿
Onun hakkında, “İlyâs’a selâm olsun!” ifadesini sonradan gelen nesiller arasında devam ettirdik.

﴾131﴿
İşte iyileri biz böyle ödüllendiririz.

﴾132﴿
Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İlyâs aleyhisselâm Ahd-i Atîk’te İlya ismiyle geçen peygamberdir (II. Tarihler, 21/12). Bu ismin, Yunanca ve Latince’deki Elias, Etiyopya dilinde Elyas şeklinde okunduğu, bu son okunuşunun Arapça’ya İlyâs şeklinde geçtiği belirtilir. Yahudi kaynaklarında İlyâs’ın milâttan önce IX. yüzyılda yaşadığı bildirilir. İsrail Kralı Ahab’ın, Sâmiriye’de Baal adlı sözde tanrı için bir mâbed yaptırmasına İlyâs karşı çıkmış, bâtıl inançlarla mücadele etmiştir. En‘âm sûresinde (6/85) onun adı on yedi peygamberle birlikte “sâlihlerden biri” olarak anılmaktadır.
Yahudi ve hıristiyan kültüründe İlyâs’ın ölmediği, bedeni ve ruhuyla semaya yükseltildiği kabul edilmektedir. Ahd-i Atîk’in sonunda (Malaki, 4/5-6) Tanrı’nın “dünyayı lânetle vurmaması için” İlya’nın (İlyâs) tekrar dünyaya gönderileceği bildirilmektedir. Bu sebeple yahudiler ve daha sonra hıristiyanlar, semaya çekilen İlyâs’ın tekrar dünyaya döneceğine inanmışlardır. Hz. Yahyâ’nın beklenen İlyâs olduğuna inananlar da olmuştur. Ahd-i Cedîd bu konuda Hz. Îsâ’dan farklı açıklamalar aktarmaktadır (meselâ bk. Matta, 11/ 14; krş. Luka, 1/17). İlyâs’ın halen hayatta olduğuna dair Kur’an’da ve hadislerde bilgi yoktur. İsrâiliyat türü rivayetlerde bu yönde açıklamalar bulunmakla birlikte âlimlerin çoğu İlyâs’ın öldüğü kanaatindedirler. Ayrıca bazı rivayetlerde onun İdrîs peygamberle aynı kişi olduğu ileri sürülmüşse de (meselâ bk. Buhârî, “Enbiyâ”, 4; Taberî, XXIII, 91), bunlar farklı zamanlarda yaşamış iki ayrı şahsiyettir.
130. âyette geçen İlyâsîn’le ilgili olarak “Âl-i Yâsîn” şeklindeki kıraat farkını da dikkate alan değişik açıklamalar yapılmıştır. Sonuncu okunuşu tercih eden İbn Âşûr, İlyâs’ın bir adının da Yâsîn olduğunu belirten görüşten hareketle Âli Yâsîn’in, “Yâsîn’in dinini kabul edip ona tâbi olan ve yardım edenler” anlamına geldiğini belirtir (XXIII, 170). Ancak bize göre İlyâsîn şeklindeki kıraatı tercih etmek, bununla da Hz. İlyâs’ın kastedildiğini düşünmek daha isabetli görünmektedir. Bu durumda İlyâs isminin sonundaki “în” eki, ismin aslından olmayıp âyetlerin sonundaki nazma uygun düşmesi için getirilmiştir (Hasan el-Mustafavî, I, 113 vd.; İlyâs hakkında bk. Ömer Faruk Harman, “İlyâs”, DİA, XXII, 160-162).
Baal, Başta Ken‘ânîler olmak üzere eski Yakındoğu topluluklarının çoğunda tanrı ismi olarak kullanılan bir kelimedir. Ken‘an ülkesinde bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonlarına sahip bir tanrı olarak kabul ediliyordu. İsrâiloğulları, Yeşu isimli peygamberin ölümünden sonra Baal’e tapmaya başlamışlardı (Hâkimler, 2/11-13). İlyâs, Baal inancını ortadan kaldırarak gerçek tanrı olan Yahve inancını tekrar hâkim kılmak için mücadele vermiştir. Konumuz olan âyetlerle İlyâs’ın bu mücadelesine değiniliyor. Önceleri soyut bir tanrı olarak tasavvur edilen Baal’in, zamanla boğa şeklinde temsil edilip putlaştırıldığı bildirilmektedir.
Bu âyetlerde Hz. İlyâs’ın Baal inancına karşı çıkmasından söz edilmesinin asıl amacı, geçmişteki bütün peygamberlerin tevhid inancında birleştiklerini, bu inancı yerleştirmek ve devam ettirmek için çalıştıklarını ve bu sayede isimlerinin ebedîleştirildiğini hatırlatmaktır.

Kaynak :
 
Sâffât Suresi - 133-136 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَؕ
    ﴿١٣٣﴾
  • اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَعٖينَۙ
    ﴿١٣٤﴾
  • اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِرٖينَ
    ﴿١٣٥﴾
  • ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَرٖينَ
    ﴿١٣٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾133﴿
Kuşkusuz Lût da elçilerimizdendi.

﴾134-135﴿
Geride kalanlar arasında bırakılan yaşlı bir kadın dışında onu ve bütün ailesini kurtarmıştık;

﴾136﴿
Sonra diğerlerini helâk ettik.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Lût aleyhisselâm, Hz. İbrâhim’in yeğeni olup Ölüdeniz kıyısındaki Sodom ve Gomore’de (Ammûre) peygamber olarak görevlendirilmiştir. Halkı, onun uyarılarına rağmen sapkın inanç ve yaşayışlarından vazgeçmeyince büyük bir felâketle yok edilmişlerdir (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/58-77).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 551
 
Sâffât Suresi - 137-138 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِحٖينَۙ
    ﴿١٣٧﴾
  • وَبِالَّيْلِؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَࣖ
    ﴿١٣٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾137-138﴿
Siz de sabah akşam onların yurtlarından gelip geçmektesiniz. (Bunları görüp de) aklınızla değerlendirmiyor musunuz?

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Lût’un ülkesi Araplar’ın kuzeye doğru ticaret yolculuğu
yaptıkları güzergâhta olduğu için bu kavme ait kalıntıları görmeleri ve bunlardan ibret almaları gerektiğine işaret edilmektedir (bk. Hicr 15/78).
“Yaşlı kadın”, Lût’a iman etmeyen eşidir (bk. Tahrîm 66/10).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 551
 
Sâffât Suresi - 139-148 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَؕ
    ﴿١٣٩﴾
  • اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
    ﴿١٤٠﴾
  • فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَضٖينَۚ
    ﴿١٤١﴾
  • فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُلٖيمٌ
    ﴿١٤٢﴾
  • فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّحٖينَۙ
    ﴿١٤٣﴾
  • لَلَبِثَ فٖي بَطْنِهٖٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
    ﴿١٤٤﴾
  • فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَقٖيمٌۚ
    ﴿١٤٥﴾
  • وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْطٖينٍۚ
    ﴿١٤٦﴾
  • وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَزٖيدُونَۚ
    ﴿١٤٧﴾
  • فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى حٖينٍؕ
    ﴿١٤٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾139﴿
Kuşkusuz Yûnus da elçilerimizdendi.

﴾140﴿
Vaktiyle o, yüklü bir tekneyle ülkesinden kaçmıştı.

﴾141﴿
Kur’aya girdi ve kaybedenlerden oldu.

﴾142﴿
Kendisini (büyük bir) balık yuttu. Doğrusu o (bundan önce) kınanacak bir iş yapmıştı.

﴾143-144﴿
Eğer o, Allah’ın şanını yüceltenlerden olmasaydı kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.

﴾145﴿
Sağlığı bozulmuş olarak onun ıssız bir kıyıya bırakılmasını sağladık;

﴾146﴿
Üstüne (gölge yapması için) kabak türünden bir bitki bitirdik.

﴾147﴿
Bir defa daha onu yüz bin ya da daha fazla kişiye elçi olarak gönderdik.

﴾148﴿
Bu defa onlar iman ettiler, biz de kendilerini belirli bir vakte kadar nimetlerimizle yaşattık.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yûnus aleyhisselâm, Kur’an-ı Kerîm’de altı yerde anılmaktadır; Nisâ sûresinde (4/163) kendilerine vahiy gönderilen peygamberler arasında zikredilmekte; En‘âm sûresinde (6/86) on yedi peygamberin ismi sıralanırken onun da adı geçmekte; Yûnus sûresinde (10/98) kavminin inkârdan vazgeçerek helâk edilmekten kurtuldukları bildirilmekte; Enbiyâ sûresinde (21/87-88) tebliğinin başlangıcında halkının kendisine inanmamasına kızarak ülkesini terkettiği, ancak Allah tarafından sıkıntıya uğratılınca yanlışlığının farkına varıp “karanlıklar içinde” (balığın karnında) iken, “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!” diyerek Allah’a yakardığı; bunun üzerine duasının kabul edilip sıkıntı ve kederden kurtarıldığı bildirilmekte; Kalem sûresinde (68/48-50) sabırsızlık gösterip öfkeye kapılması eleştirilmekte, ardından Allah’ın nimeti sayesinde içine düştüğü durumdan kurtulduğu anlatılmaktadır. Konumuz olan âyetlerde ise ülkesinden ayrıldıktan sonra başına gelenler hakkında kısa bilgi yer almaktadır. Kur’an’ın amacı, salt tarihî bilgi vermek değil, olayın ibret verici yönünü öne çıkarmak olduğu için onun hayatı hakkında daha fazla ayrıntı vermeye gerek görülmemiştir.
Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Yûnus hakkında genel hatlarıyla Kur’an’da verilenlerle de uyuşan daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır (Yunus, 1-4. bablar). Buna göre milâttan önce VIII. yüzyılda Asur Devleti’nin başşehri Ninevâ’nın halkını Allah yoluna davet etmesi için Rab tarafından görevlendirilen Yûnus, bu emri dinlemeyip ülkesinden kaçmak üzere Yafa’dan Tarşiş’e (Tarsus) gidecek olan bir gemiye biner. Fırtınaya yakalanan geminin batmaması için bütün yükü denize bırakıldığı gibi çekilen kur’a sonucu Yûnus da atılır ve onu Rabbin gönderdiği bir balık yutar. Balığın karnında hatasını anlayıp dua eder; bunun üzerine balık onu karaya kusar. Tekrar Ninevâ’ya gitmekle görevlendirilir. Halkı tövbe edip kendisine inanır ve cezalandırılmaktan kurtulur.
Yûnus kıssasından çıkan sonuç şudur: Allah Teâlâ peygamberlerini, başlarına gelen olağan dışı olaylarla eğitmiş, zorlu geçecek bir tevhid mücadelesine hazırlamıştır. Hz. Yûnus’un büyük bir balık, muhtemelen bir balina aracılığıyla boğulmaktan kurtulması mûcizevî bir olaydır.
Tefsirlerde verilen bilgiye göre Yûnus kavmini uzun süre (bir rivayete göre otuz üç sene) putperestlikten vazgeçirip tevhid inancını benimsemeye çağırmışsa da bunda başarılı olamayınca artık onların ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terketmiş ve bu sabırsızlığı sebebiyle cezalandırılmıştır (bk. Enbiyâ 21/87-88). Taberî, 143. âyete dayanarak Yûnus’un, bu musibet başına gelmezden önce Allah’a karşı kulluk görevlerini titizlikle uygulamış olması sayesinde balık vasıtasıyla kurtarıldığını belirtir (XXIII, 99). Buna göre onun, kötü olarak nitelediği ve pişman olduğu davranışı (Enbiyâ 21/87), bir anlık gaflet ve öfkeden kaynaklanmış, çektikleriyle de bedelini ödemiştir. “...balığın karnında kalırdı” ifadesi, “...olsaydı ...olurdu” şeklinde bir varsayıma dayanıyor; yani o, iyi bir kul olmasaydı balık kendisini yutacak, orada ölecek ve tekrar dirilmesi kıyamete kalacaktı.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 552-554
 
Sâffât Suresi - 149-157 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
    ﴿١٤٩﴾
  • اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
    ﴿١٥٠﴾
  • اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
    ﴿١٥١﴾
  • وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
    ﴿١٥٢﴾
  • اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَنٖينَؕ
    ﴿١٥٣﴾
  • مَا لَكُمْࣞ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
    ﴿١٥٤﴾
  • اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ
    ﴿١٥٥﴾
  • اَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُبٖينٌۙ
    ﴿١٥٦﴾
  • فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ
    ﴿١٥٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾149﴿
Şimdi onlardan şunu cevaplamalarını iste: Kızlar rabbinin de erkek çocuklar onların mı!

﴾150﴿
Yoksa biz, gözlerinin önünde melekleri dişi olarak mı yarattık?

﴾151-152﴿
İyi bilin ki onlar, sırf kendi uydurmaları olarak, “Allah çocuk sahibi oldu!” diyorlar. Onlar katıksız yalancıdırlar.

﴾153﴿
Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş!

﴾154﴿
Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz?

﴾155﴿
Hiç düşünmüyor musunuz?

﴾156﴿
Yoksa açık bir kanıtınız mı var?

﴾157﴿
Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sûrenin başında Allah’ın birliği ve evrenin tek yaratıcı ve yöneticisi olduğu belirtildikten sonra putperestlerin buna aykırı inançları ve özellikle âhireti ve Allah’ın huzurunda hesap vermeyi inkâr etmeleri eleştirilmiş; bu tutumları yüzünden mâruz kalacakları acı âkıbet hatırlatılmış; ayrıca peygamberlerine inanmamakta direnen bazı geçmiş toplulukların bu inançsızlıklarının bedelini nasıl ödediklerine dair uyarıcı bilgiler verilmişti. Sûrenin sonuç kısmı diyebileceğimiz bu bölümde ise tekrar putperest muhatapların tutumlarına dönülmekte; onların bir başka bâtıl inançlarına, yani Allah’a çocuk isnat etmelerine, melekleri Allah’ın kızları kabul etmelerine, dolaylı olarak evlâtlar arasında ayırımcılığa giderek kızları küçümsemelerine eleştiriler yöneltilmektedir. Nitekim Huzâa ve Kinâne gibi bazı önde gelen putperest Arap kabileleri Allah’ın kızları olduğuna inanırlardı (Taberî, XXIII, 105-106; Şevkânî, IV, 474). Bu inancın temelinde kız çocuklarını erkek çocuklardan daha aşağı gören bir zihniyet de vardı. Burada, –aslında saçma olmakla birlikte kendi telakkilerine göre– putperestlerin, daha değerli olanı kendilerine nisbet ederken değersiz gördüklerini Allah’a nisbet etmeleri, Allah’a karşı saygısızlıklarının bir kanıtı olarak gösterilmektedir (Taberî, XXIII, 107; Zemahşerî, III, 312). Ayrıca 149-150. âyetlerdeki soru ifadeleriyle ve devamındaki, “Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz?” şeklindeki vurgulu cümlelerle bu inancın saçmalığı ortaya konmakta, bunu kabul edenler beyinsizlik ve cahillikle suçlanıp kınanmaktadır (Taberî, XXIII, 106; Zemahşerî, III, 312, 313). Böylece, Allah’a evlât isnat etmenin kesinlikle aklî ve mantıkî temele dayanmadığı açıkça ortaya konduğu gibi, “Yoksa açık bir kanıtınız mı var? Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin” meâlindeki 156-157. âyetlerle bu inancın naklî (sem‘î) delilinin yani dinî ve kitabî bir temelinin de bulunmadığı belirtilmektedir (Zemahşerî, III, 312; Şevkânî, IV, 473; İbn Âşûr, XXIII, 184).
Zemahşerî (III, 312) putperestlerin, Allah’ın kızları olduğuna inanmakla üç yönden gerçeği saptırdıklarını belirtir: a) Tecsîme sapmışlardır (Allah’ı cismanî bir varlık gibi düşünmüşlerdir); çünkü çocuk meydana getirmek cismanî varlıklara özel bir durumdur; b) Kendilerini Allah’tan daha üstün görmüşlerdir; çünkü bâtıl telakkilerine göre daha değerli olduğuna inandıkları erkek çocukları kendilerine, değersiz olduğunu ileri sürdükleri kızları Allah’a nisbet etmişlerdir; c) Yine aynı bâtıl telakkileriyle kızları aşağı varlıklar görüp melekleri de kız saymakla melekleri aşağılamışlardır (ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIII, 180).

Kaynak :
 
Sâffât Suresi - 158-159 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًؕ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
    ﴿١٥٨﴾
  • سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
    ﴿١٥٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾158﴿
Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar. Oysa bu varlıklar iyi biliyorlar ki kendileri de mutlaka hesap yerine götürüleceklerdir.

﴾159﴿
Allah, onların isnat ettikleri niteliklerden uzaktır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müfessirlerin çoğu, “görülmez varlıklar” diye çevirdiğimiz 158. âyetteki cinne kelimesiyle meleklerin kastedildiğini, gözle görülemez oldukları için meleklerin böyle anıldığını belirtirler; bu kelimenin bütün gayri cismanî yaratılmışları kapsadığı da söylenmektedir (İbn Atıyye, IV, 488; Şevkânî, IV, 474). 158. âyet, Câhiliye döneminde bazı Arap topluluklarının Allah, cin, melek gibi metafizik varlıklar arasında akrabalık bağının bulunduğu yönünde bir inanca sahip olduklarını gösterir (bu yöndeki inançlara dair bazı örnekler için bk. Taberî, XXIII, 107-108). 159. âyette Allah Teâlâ bu tür saçma yakıştırmalardan tenzih edilmektedir. Aslında Mekke putperestlerinin Allah ile görülmez varlıklar arasında akrabalık ilişkisi kurmaları ve Allah’a evlât isnat etmeleri, ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançların bir örneği olup –159. âyetin de işaret ettiği gibi– bu bağlamda, hangi dönemde ve kimler tarafından ileri sürülürse sürülsün, (Mecûsîlik’teki düalist tanrı inancı, Hıristiyanlık’taki teslîs inancı gibi) Allah’ın birliğine ve şanının yüceliğine yakışmayan her türlü inanç ve isnat dolaylı olarak reddedilmektedir. Nitekim Râzî, 158. âyetle ilgili farklı yorumları sıralarken şöyle bir görüşten de söz eder: “Zenâdikadan bir topluluk, Allah ile İblis’in kardeş olduğunu, Allah’ın iyilik ve cömertliği, İblis’in kötülük ve cimriliği temsil ettiğini söyler. 158. âyetin ‘Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar’ meâlindeki kısmıyla bu anlayış kastedilmiştir. Bana göre âyet hakkındaki yorumların doğruya en yakın olanı budur. Söz konusu sapkın anlayış, Yezdan ve Ehrimen diye iki tanrı kabul eden Mecûsîler’in anlayışıdır” (XXVI, 168).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 556-557
 
Sâffât Suresi - 160-163 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَصٖينَ
    ﴿١٦٠﴾
  • فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
    ﴿١٦١﴾
  • مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِنٖينَۙ
    ﴿١٦٢﴾
  • اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَحٖيمِ
    ﴿١٦٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾160﴿
Allah’ın samimi kulları başkadır (onlar gibi davranmazlar).

﴾161-162﴿
Siz ve taptıklarınız; hiçbiriniz onu (samimi kulu) Allah’a inancı hususunda saptıramazsınız.

﴾163﴿
Ancak cehennemi boylayacak olan başka.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah’ın ihlâslı, samimi kullarının önceki âyetlerde ele alınan saçma inançlardan uzak durduklarına işaret edildikten sonra bâtıl ve temelsiz inançların ve bu inançların taraftarlarının, gerçek müminler olan bu kullar üzerinde etkili olamayacağı, onların ayağını kaydıramayacağı; bu saptırma çabalarının ancak “cehennemi boylayacaklar” üzerinde etkili olacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerde bir yandan inkârcıların inananlar üzerindeki kötü emelleri kırılmak istenirken bir yandan da inananlara moral ve metanet verilmekte, aynı zamanda saptırıcılara karşı uyanık ve dirençli olmaları gerektiği ima edilmektedir.
Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezile âlimleri, bu âyetlere dayanarak kader ve irade hürriyeti konusunda yoğun bir tartışmaya girişmişler; özellikle bir kısım Ehl-i sünnet âlimleri, “Hiçbiriniz onu, Allah’a inancı hususunda saptıramazsınız; ancak cehennemi boylayacak olan başka” meâlindeki 162-163. âyetleri, kimlerin cehenneme gideceğinin “önceden” takdir ve tayin edilmiş olduğu şeklinde yorumlayarak bu âyetleri kendi kaderci görüşleri için kesin delil saymışlardır (bilgi için bk. Râzî, XXVI, 169-171). Ancak kader meselesiyle ilgili olarak sadece belli âyetlere dayanmak suretiyle sonuç elde etmeye çalışmak son derece yanıltıcıdır. Zira Kur’an-ı Kerîm’in bütünü dikkate alındığında hem küllî planda ilâhî irade, ilim ve kudretin mutlak kuşatıcılığını hem insanın belli davranışlarını seçip yapmada bir ölçüde özgür bırakıldığını, bunun da yine Allah’ın küllî yasası içinde değerlendirilmesi gerektiğini görürüz. Kurân-ı Kerîm’in Allah inancını ortaya koyan âyetleri, selim akla ve mümin kalbe, ilâhî kudret karşısındaki küçüklüğünü, aczini ve sınırlılığını hissettirir. Böylece insan, bu üstün kudretin korumasına, inâyetine ve hidayetine muhtaç olduğunun bilincine varır. Öte yandan bir inanç, ahlâk ve aksiyon varlığı olarak insandan söz eden âyetlere baktığımızda kendi aklî ve ahlâkî kapasitemizin farkına varır; bu âyetlerin bizi, Allah’a, hemcinslerimize, canlı ve cansız tabiata karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda karar verme ve seçim yapma imkânına sahip, hür ve yükümlü varlık olarak değerlendirdiğini görürüz. Başka âyetler gibi konumuz olan âyetleri de Kur’an’ın bu bütüncül bakışını dikkate alarak kavramaya çalıştığımızda daha sağlıklı sonuçlar çıkarmamız ve onlardan kendimiz için daha isabetli dersler almamız mümkün olur.
162. âyette geçen “onu” zamirini Allah’a ait kılarak, “Samimi kulları ile Allah’ın arasını bozamazsınız” şeklinde çevirmek de mümkündür.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 557-558
 
Sâffât Suresi - 164-166 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
    ﴿١٦٤﴾
  • وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
    ﴿١٦٥﴾
  • وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
    ﴿١٦٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾164﴿
(Putperestlerce Allah’ın kızları sayılan melekler şöyle derler “Bizim her birimizin mutlaka belli bir yeri vardır.

﴾165﴿
Biz mutlaka (o yerlerde) saf tutarız.

﴾166﴿
Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sûrenin başında Allah’ın huzurunda O’na ibadet etmek ve buyruklarını almak üzere sıra sıra dizilen meleklerden söz edilmişti. Burada aynı şey meleklerin ağzından ifade edilmektedir. Amaç putperestlerin, önceki âyetlerde söz konusu edilen melek telakkisinin yanlışlığını, meleklerle Allah arasında bir nesep ilişkisi değil rab-kul ilişkisi bulunduğunu ortaya koymaktır. 166. âyet, Allah nezdinde meleklerin farklı derecelerde ve değişik görevlerle yükümlü olduklarını ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 171). “Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz” cümlesi bu bağlamda özellikle şu anlama gelir: Putperestlerin melekleri Allah’ın kızları sayması, Allah ile görülmez varlıklar arasında bir akrabalık bağı kurmaları gibi insanlar tarafından ileri sürülen ve asla yüce Allah’ın şanına yakışmayan her türlü isnatlardan, yakıştırmalardan Allah’ı tenzih eder; O’nu zatına lâyık olduğu şekilde anarız (bk. Şevkânî, IV, 475; İbn Âşûr, XXIII, 192).
Meleklerin saf saf dizilişinden söz eden 165. âyette müslümanların namazlarında saf tutmalarının melekleri andırdığına da bir ima vardır. Nitekim Hz. Peygamber, müslümanların başka ümmetlerden üstün olduklarını gösteren özelliklerden birini şöyle ifade etmiştir: “Saflarımız meleklerin safları gibidir” (Müslim, “Mesâcid”, 4). Hz. Ömer’in de cemaatle namaza dururken, “Ey insanlar! Saflarınızı düzeltin; Allah, sizin meleklere benzemenizi istiyor” dedikten sonra bu âyeti okuduğu, safların iyice düzeltildiğini görünce namaza başladığı rivayet edilir (Taberî, XXIII, 112).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 558-559
 
Sâffât Suresi - 167-170 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ
    ﴿١٦٧﴾
  • لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِ كْراً مِنَ الْاَوَّلٖينَۙ
    ﴿١٦٨﴾
  • لَكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَصٖينَ
    ﴿١٦٩﴾
  • فَكَفَرُوا بِهٖۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
    ﴿١٧٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾167﴿
O putperestler hep şöyle derlerdi:

﴾168﴿
“Elimizde öncekilerden gelmiş bir kitap bulunsaydı;

﴾169﴿
Elbet biz de Allah’ın hâlis kulları olurduk.”

﴾170﴿
Ama şimdi bu kitabı (Kur’an) inkâr ediyorlar! Yakında her şeyi öğrenecekler!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Kitap” diye çevirdiğimiz 168. âyetteki zikirden maksat, Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı, aydınlatıcı, yol gösterici metinlerdir. Öyle anlaşılıyor ki meleklerle ilgili telakkilerine yöneltilen eleştirilerde olduğu gibi Kur’an’ın yaptığı açıklamalarla inanç ve anlayışlarının ne kadar sakat olduğunun farkına varan, eleştiriler karşısında haklı ve geçerli cevaplar bulamayan putperestler, kendilerinin Tevrat, İncil gibi eskilere gelmiş olanlara benzer bir kitaba sahip olmamalarını mazeret olarak göstermişlerdir. Ancak bu iddialarıyla iyice çelişkiye düşüyorlardı. Zira kendilerine böyle bir kitabın âyetleri peş peşe geliyor, Hz. Peygamber bu âyetleri her gün onlara duyuruyor, bu âyetlerde “Allah’ın hâlis kulları” olmaları için gerekli bütün bilgiler, uyarılar yer alıyor ama onlar bu âyetleri inkâr ettikleri gibi peygamberi susturmak için mümkün olan her çareye başvuruyor, Kur’an’ın sesini boğmak için türlü tuzaklar kuruyorlardı (bk. Fussılet 41/26).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 559-560
 
Sâffât Suresi - 171-173 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلٖينَۚ
    ﴿١٧١﴾
  • اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَࣕ
    ﴿١٧٢﴾
  • وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
    ﴿١٧٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾171﴿
Andolsun ki elçi olarak gönderdiğimiz kullarımıza geçmişte söz vermiştik:

﴾172﴿
Zafere mutlaka onlar ulaşacaklar.

﴾173﴿
Galip gelenler kesinlikle bizim ordumuz olacak.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kur’an, hakkın bâtılı yendiğini, bâtılın yenilgiye mahkûm olduğunu bildirir (İsrâ 17/81). Peygamberler inanç ve yaşayışta hakkın temsilcileri, hak yolunun davetçileridir. Şu halde zafer peygamberlerin ve onların temsil ettiği tevhid inancına, üstün ahlâka dayalı dinin olacak; “Allah’ın ordusu” yani peygamberler ve onların yolunu izleyenler, bâtıl ve dalâletin temsilcileri olan inkârcılara, putperestlere, hak ve adalet yolundan sapmışlara karşı galip geleceklerdir. Hayatın ârızî şartları veya inananların kendi kusurları yüzünden yahut Allah’ın bir imtihanı olarak zaman zaman aksi görülse de Allah’ın vaadi, dolayısıyla genel yasası budur. Allah, geçmişteki peygamberlere bunu müjdelemiştir ve bu müjde her dönem için geçerlidir; çünkü Râzî’nin deyimiyle, “Hayır dâimî, şer ârizîdir ve dâimî olan ârizî olandan daha güçlüdür” (XXVI, 172). Böylece bu âyetlerde Kur’an’ın birçok defa tekrarladığı ifadeyle, “inanıp iyi ve erdemli işler yapanlar”a inanç, güven, kararlılık ve iyimserlik telkin edilmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561
 
Sâffât Suresi - 174-175 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى حٖينٍۙ
    ﴿١٧٤﴾
  • وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
    ﴿١٧٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾174﴿
(Ey resulüm!) Şimdi sen bir süre için o inkârcıları kendi hallerine bırak.

﴾175﴿
Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Resûlullah’tan, inkârcıların inatçı, kaba davranışlarına, davetini şuursuzca reddetmelerine karşı sabırlı olması, bir süreye kadar onları kendi halleriyle baş başa bırakması istenmektedir. Bu “bir süre” hakkında “onlar ölünceye kadar, Bedir zaferine kadar, kıyamete kadar” gibi farklı açıklamalar yapılmışsa da (Taberî, XXIII, 115; İbn Atıyye, IV, 490) bunu belli bir zaman olarak görmeyip burada putperestlerin sapkınlık ve azgınlığının ilânihaye sürüp gitmeyeceğine, –önceki âyetlerde de belirtildiği üzere– sonlarının yakın olduğuna, günün birinde mutlaka putperestliğin sonunun geleceğine bir ima yapıldığı şeklinde düşünmek daha isabetli olur. “Hallerini gör onların; ileride kendileri de görecekler!” meâlindeki 175. âyet de inkârcılara yönelik olarak ileride başlarına yenilgi, ölüm, esirlik gibi nice hallerin geleceği şeklinde bir uyarı ve tehdit anlamı taşımakta; o zaman müminlerin sevineceğine, münkirlerin üzüleceğine işaret edilmektedir (Râzî, aynı yer; İbn Âşûr, XXIII, 196).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561
 
Sâffât Suresi - 176-179 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
    ﴿١٧٦﴾
  • فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَرٖينَ
    ﴿١٧٧﴾
  • وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى حٖينٍۙ
    ﴿١٧٨﴾
  • وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
    ﴿١٧٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾176﴿
Azabımızın çabuklaştırılmasını mı istiyorlar?

﴾177﴿
İstedikleri başlarına geldiğinde (önceden) uyarılmış olanların sabahı çok kötü olacaktır!

﴾178﴿
Evet, sen bir süre için onları kendi hallerine bırak.

﴾179﴿
Ve hallerini gör; ileride kendileri de görecekler!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Başka birçok âyette de belirtildiği üzere Hz. Peygamber, zulümlerini, günah ve isyankârlıklarını devam ettiren putperestleri, ileride bütün bu tutum ve davranışlarının hesabını vereceklerini ve cezasını çekeceklerini bildirip uyardıkça onlar, “Şu dediklerin bir an önce gerçekleşse de görsek!” gibi alay yollu sözler ederlerdi. Burada şimdi cezanın çabuklaştırılmasını isteyenlerin, uyarılara aldırış etmeyenlerin, vakti geldiğinde “sabahlarının çok kötü olacağı” bildirilmektedir. Sabah kelimesine dayanarak, inkârcıların beklenen ceza ile sabah vaktinde karşılaşacakları söylenmişse de bu bağlamda “uykudan uyanma” anlamında bir mecaz olduğu, buna göre âyetin ilgili cümlesinin, “Uyarılmış olanların uyanmaları çok kötü olacaktır!” mânasına geldiği anlaşılmaktadır.
Bir yoruma göre 175. âyet, inkârcıların dünyada uğrayacakları yenilgi ve sıkıntılarla, bir kelime eksiğiyle onun tekrarı olan 179. âyet ise âhirette uğrayacakları azapla ilgilidir (Şevkânî, IV, 476)

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 561-562
 
Geri
Üst