• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Yâsîn Suresi Anlamı Manası Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Yâsîn Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 83 âyettir. Sûre, adını ilk âyeti oluşturan “Yâ-Sîn” harflerinden almıştır. Sûrede başlıca insanın ahlâkî sorumlulukları, vahiy, Hz. Peygamber’i yalanlayan Kureyş kabilesi, Antakya halkına gönderilen peygamberler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller, öldükten sonra dirilme,hesap ve ceza konu edilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada otuz altıncı, iniş sırasına göre kırk birinci sûredir. Cin sûresinden sonra, Furkan sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Yerinde açıklanacak bir sebeple 12. âyetin Medine’de indiğini ileri sürenler de olmuştur.



Konusu​


Hz. Muhammed aleyhisselâmın hak peygamber olduğu ona indirilen Kur’an deliliyle desteklenerek açıklanır; başka peygamberlerin tevhid mücadelelerinden bir kesit verilerek bu uğurda büyük sıkıntılara katlanan Resûl-i Ekrem ve ona tâbi olanlar teselli edilir. Allah Teâlâ’nın birlik ve kudret delillerine ve evrendeki yaratılış sırlarına dikkat çekilerek öldükten sonra dirilme gerçeği ve bunun sonuçları üzerinde durulur. Râzî’nin belirttiği üzere bu sûrenin, İslâm inançlarının üç temel umdesinin (Allah’ın birliği, peygamberlik ve âhiret) en güçlü delillerle işlenmesine hasredildiği söylenebilir. Şöyle ki: 3. âyette –devamındaki delillerle teyit edilerek– peygamberlik müessesesi üzerinde durulmuş; müteakip âyetlerde Allah’ın birliği ve eşsiz gücü, öldükten sonra dirilmenin ve ilâhî huzurda yargılanmanın kaçınılmazlığı ortaya konmuş, son âyette de yine bu iki nokta (vahdâniyet ve haşir) özetlenmiştir. Kur’an’dan bu ölçüde de olsa nasibini alan kimse artık kalbinin payı olan imanı elde etmiş demektir ki bunun tezahürleri de diline ve davranışlarına yansıyacaktır (XXVI, 113).



Fazileti​


Hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’den Yâsîn sûresinin faziletine dair nakledilmiş sözler yer alır. Bunlardan biri şöyledir: “Her şeyin bir kalbi vardır; Kur’an’ın kalbi de Yâsîn’dir” (Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 7; Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 21; krş. Müsned, V, 26. Diğer bazı rivayetler için bk. Şevkânî, IV, 410-411). İbn Abbas’ın da –bu sûrenin son âyeti hakkında– “Yâsîn’in ve onu okumanın niçin bu kadar faziletli olduğunu bilmiyordum; meğer bu âyetten dolayı imiş” dediği nakledilir (Zemahşerî, III, 294-295). Hadislerin sıhhat durumu tartışmalı olmakla beraber, öteden beri İslâm âlimleri Resûlullah’ın bu sûreye özel bir ilgi gösterdiği kanaatini taşımışlar ve müslümanlar da Kur’an tilâvetinde ona ayrı bir yer vermişlerdir. Bu sebeple Yâsîn sûresi için özel tefsirler kaleme alınmıştır (Ölülere Yâsîn okunmasıyla ilgili hadiste “ölmek üzere olanlar”ın kastedildiği kanaati hâkim olmakla beraber, bunu öldükten sonra veya ölünün kabri başında okunacağı şeklinde anlayanlar da vardır, bk. Elmalılı, VI, 4004).
 

Yâsîn Suresi 1. Ayet Tefsiri​


Ayet​


  • يٰسٓؕ
    ﴿١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾1﴿
Yâ-sîn.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Tâhâ sûresinin ilk âyetinde olduğu gibi buradaki iki harfin mahiyeti ve anlamı hususunda da müfessirler arasında iki eğilim bulunmaktadır. Bir anlayışa göre bunlar, bazı sûrelerin başında yer alan ve ayrı ayrı okunduğu için “hurûf-ı mukattaa” diye adlandırılan harflerdendir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/1). Diğer eğilime göre ise “yâsîn” ayrı iki harf değil, anlamı olan bir kelimedir. Bu eğilim içinde kuvvetli bulunan görüşe göre bu kelime Arapça’nın bazı lehçelerinde “ey kişi, ey insan!” anlamına gelmektedir; burada kendisine hitap edilen kişi ise Hz. Muhammed’dir. Hatta Saîd b. Cübeyr’den, bunun Resûlullah’ın isimlerinden biri olduğu da rivayet edilmiştir (İbn Atıyye, IV, 445). Bu kelimenin Allah’ın isimlerinden biri olup burada o isme yemin edildiği, söze başlama ifadesi ve Kur’an’ın isimlerinden olduğu görüşleri de vardır (Taberî, XXII, 148-149).
 
Yâsîn Suresi - 2-5 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِۙ
    ﴿٢﴾
  • اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَۙ
    ﴿٣﴾
  • عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍؕ
    ﴿٤﴾
  • تَنْزٖيلَ الْعَزٖيزِ الرَّحٖيمِۙ
    ﴿٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾2-4﴿
Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen kesinlikle dosdoğru bir yolda yürümek üzere gönderilmiş peygamberlerden birisin.

﴾5-6﴿
(Bu kitap) aziz ve rahmeti bol olan Allah tarafından, ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Araplar’da yalan yere yemin etmenin dünyanın harabına yol açacak kadar ağır bir kötülük olduğuna inanılırdı. Resûl-i Ekrem de bir hadisinde bu anlayışı teyit etmiştir. İşte bu âyetlerde Hz. Muhammed’in gerçek bir peygamber olduğu bir yemine bağlı olarak ifade edilmektedir; üzerine yemin edilen ise muhataplarınca kendileri tarafından bir benzerinin ortaya konamayacağı anlaşılmış bulunan eşsiz mûcize Kur’an-ı Kerîm’dir (Râzî, XXVI, 41).
“Hikmet dolu” diye çevrilen 2. âyetteki hakîm kelimesi, “muhkem, sağlam; öğütleri, buyruk ve yasakları yerli yerince olan” şeklinde de anlaşılmıştır (İbn Atıyye, IV, 446).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 476
 
Yâsîn Suresi - 6 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ
    ﴿٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾6﴿
(Bu kitap) izzeti büyük, rahmeti bol olan Allah tarafından ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye indirilmiştir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Genellikle müfessirler, “ataları uyarılmamış” ifadesiyle, Hz. Muhammed’in ilk muhatap kitlesi olan Kureyş ve çevresindekilere yakın zamanlarda bir peygamber gönderilmemiş olduğuna işaret edildiği kanaatindedirler (bu konuda ayrıca bk. Secde 32/3; Sebe’ 34/44; Fâtır 35/24). Meâlde esas alınan bu mâna burada geçen “mâ” kelimesinin olumsuzluk edatı sayılmasına göredir. Bu kelimenin mahiyeti ve cümledeki rolü konusundaki farklı kanaatlere göre âyetin aynı kısmına “ataları uyarılmış” veya “atalarının uyarıldığı şeyle” anlamı da verilebilir. Bu takdirde geçmiş devirlerdeki bütün insanlar kastedilmiş olur (Taberî, XXII, 150; İbn Atıyye, IV, 446). Yine bu yaklaşıma göre cümlenin devamı ile uyumu açısından meâlin “Ataları uyarılmış ama kendileri gaflet içinde bulunan bir toplumu uyarasın diye” şeklinde olması gerekir (Zemahşerî, III, 280).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 476
 
Yâsîn Suresi - 7 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
    ﴿٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾7﴿
Andolsun ki onların çoğu hakkında o söz (azap) gerçekleşecektir; çünkü onlar iman etmeyecekler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Tefsirlerde genellikle, gerçekleşeceği belirtilen “söz”den maksadın Hûd sûresinin 119. âyeti ile Secde sûresinin 13. âyetinde geçen Allah Teâlâ’nın “Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım!” şeklindeki yemin ifadesi olduğu belirtilir (meselâ Zemahşerî, III, 280; başka yorumlar için bk. Râzî, XXVI, 43-44).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 477
 
Yâsîn Suresi - 8-10 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّا جَعَلْنَا فٖٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ
    ﴿٨﴾
  • وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ
    ﴿٩﴾
  • وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
    ﴿١٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾8﴿
Biz onların boyunlarına çenelerine kadar dayanan halkalar geçirdik, bu yüzden kafaları yukarı kalkık durmaktadır.

﴾9﴿
Onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik, böylece gözlerini perdeledik; onlar artık göremezler.

﴾10﴿
Kendilerini uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, asla iman etmezler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İlk âyette inkârda direnenlerin durumuna ait temsilî bir anlatıma yer verilmiştir. Bunun inkârcıların âhiretteki halleriyle ilgili bir ifade olduğu da ileri sürülmüştür. Fakat müteakip âyette gözlerine perde indirildiğinin ve artık görmediklerinin belirtilmesi bu yorumu zayıflatmaktadır, zira kıyamet günü inkârcılar kendi durumlarının ne kadar kötü olduğunu çok iyi göreceklerdir (İbn Atıyye, IV, 446-447; inkârcıların âhirette kör olmalarının ne anlama geldiği konusunda bk. İsrâ 17/72, 97; Tâhâ 20/124-125).
8 ve 9. âyetlerdeki tasvir için yapılan izahları şöyle özetlemek mümkündür: Pek çok açık kanıta rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürenler öyle iç ve dış etkenler, öyle psikolojik ve sosyolojik şartlar ve alışkanlıklarla kuşatılmışlardır ki, boyunlarına çenelerine kadar dayanan boyunduruklar geçirilmiş gibidirler; kafaları yukarı kalkık, gözleri aşağıya kaymıştır; hangi yöne dönseler hidayet ışığına uzaktırlar; böbürlendikleri ve nefislerine tutsak oldukları için Fussılet sûresinin 53. âyetinde sözü edilen delilleri, gerek kendilerini çevreleyen dış âlemdeki gerekse ruhî ve biyolojik yapılarındaki kanıtları artık göremezler. Boyunlarına halkalar geçirildiğinin belirtilmesi, insanın fıtratına yerleştirilen cebrî bir durumdan değil, onların kendi işledikleri suçtan ötürü gördükleri bir karşılıktan söz edildiğini gösterir; zira bunlar birer cezalandırma aracıdır, ceza ise suçun karşılığıdır (başka açıklamalarla birlikte bk. Râzî, XXVI, 44-46; Elmalılı, VI, 4010). Bazı müfessirlere göre 8. âyette, inkârcıların bu tutumlarının onları sahip oldukları imkânlardan başkalarını yararlandırmaktan ve Allah yolunda harcama yapmaktan da alıkoyduğuna işaret edilmektedir (Taberî, XXII, 151; Şevkânî, IV, 413).
Halkaların çenelere kadar dayandığı belirtilirken kullanılan “onlar” zamiri bazı müfessirlere göre daha sonra gelen “eller” anlamındaki kelimenin yerini tutmakta ve burada ellerin boyuna bağlanmış halinden söz edilmektedir (Taberî’nin farklı bir kıraatle desteklediği bu yorumun ayrıntısı için bk. XXII, 150-151; Zemahşerî’nin bu yoruma yönelttiği eleştiri için bk. III, 280-281).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 477-478
 
Yâsîn Suresi - 11 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَرٖيمٍ
    ﴿١١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾11﴿
Sen ancak o zikre uyanı ve görmediği halde rahmândan korkanı uyarabilirsin. İşte böylesini hem bir af hem de değerli bir ödülle müjdele.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Buradaki “ancak” kaydı, belirtilenler dışındakilerin uyarı kapsamında olmadıkları anlamında değil, uyarının sadece onlara yarar sağlayacağını belirtmek içindir (İbn Atıyye, IV, 448). Müfessirler arasında, bu âyette geçen “zikir” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği kanaati hâkimdir. Bunu Kur’an’daki âyetler veya insanın fıtratını tamamlayan açık kanıtlar şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Râzî, XXVI, 47).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478
 
Yâsîn Suresi - 12 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْؕ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖٓي اِمَامٍ مُبٖينٍࣖ
    ﴿١٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾12﴿
Şüphesiz ölüleri diriltecek olan biziz. Onların gelecek için yaptıkları her şeyi ve bıraktıkları her izi de yazıyoruz; aslında biz her şeyi apaçık bir ana kitaba kaydetmekteyiz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müşriklerin ağır baskıları altında büyük sıkıntılar çeken Hz. Peygamber ve müminler için teselli ve moral kaynağı özelliği taşıyan bu âyet kümesi, yüce Allah’ın eşsiz kudret ve ilmine, ölüleri diriltmeye kadir olanın da, herkesin yapıp ettiklerini bilenin de yalnız O olduğuna özel bir vurgu yapılarak bitirilmektedir. Bazı ilk dönem müfessirleri bu âyetteki “ölüleri diriltme” ifadesinden maksadın şirkten çıkarıp imana eriştirmek olduğunu belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 281).
Bir taraftan kişinin bütün yapıp ettiklerinin kayda geçirildiğinin, diğer taraftan da olup bitecek her şeyin zaten Allah Teâlâ’nın ezelî ilminde mâlûm olduğunun belirtilmesinden şöyle bir anlam çıkarılabilir: İnsanın bütün eylemlerinin kayda geçirilmesine yüce Allah’ın ihtiyacı yoktur; bu, insanın bu bilgiyi her zaman göz önünde bulundurup dünya hayatındaki varlığını anlamlandırabilmesi ve her adımını varlık sebebine uygun bir bilinç içinde atması içindir. Bu sayede insan soyut bir ahlâkî görev telakkisiyle baş başa kalmamış olur; yaşanan hayat gibi canlı, her anını kuşatan ve her davranışına yön veren somut bir tasavvurdan güç alır. Yine bu inanç kişiye, insanın metafizik âlemle ilişkisinin sırf Tanrı’ya yalvarılan ve belirli dinî vecîbelerin ifa edildiği zaman dilimlerine hapsedilemeyeceği şuurunu kazandırır, fizik âlemde olup bitenlerle fizik ötesi gerçekler arasındaki sıkı bağı kavramasını kolaylaştırır.
Tefsirlerde âyetin “gelecek için yaptıkları her şey ve bıraktıkları her iz” şeklinde tercüme edilen kısmı açıklanırken, bir yandan iyi olsun kötü olsun insanların bütün işlediklerinin tesbit edildiği belirtilir; diğer yandan da kişinin öbür dünyada karşısına çıkacak amel defterinin ölümle kapanmadığı, yararlı bir bilgiyi öğretme veya kaleme alma, bir imkânını vakfedip kalıcı hayır yapma, insanların faydalanacakları hizmet binası, cami, misafirhane, köprü vb. iyi eserler bırakmanın yahut bazı zalim yöneticilerin yaptığı gibi insanların eziyet çekmesine, zarara girmesine veya Allah yolundan sapmasına sebep olacak usuller ihdas etmek suretiyle geride kötü izler bırakmanın –bu iz ve eserler varlığını koruduğu sürece– insanın sorumluluk hanesine olumlu veya olumsuz puanlar halinde kaydedildiği üzerinde durulur (Zemahşerî, III, 281; Şevkânî, IV, 414). Bu bakımdan âyeti “ölmeden yapıp tükettikleri, bitirdikleri ile izi ve eseri devam eden bütün işlerini (amellerini) ...” şeklinde çevirmek de mümkündür. Hz. Peygamber’in şu meâldeki hadisi insanların yararı devam ettiği sürece sevabı da yenilenen hayır faaliyetlerine yoğun biçimde yönelmelerinde ve özellikle vakıf kurumunun gelişmesinde çok etkili olmuştur: “İnsan öldükten sonra amel (defteri) kapanır; yalnız şu üç şeyin sevabı devam eder: Sadaka-i câriye, yararı sürekli olan ilim ve ölenin ardından dua eden hayırlı evlât” (Müslim, “Vasiyet”, 14; Tirmizî, “Ahkâm”, 36). Fakat bu hadiste amel defterinin kapanması sevapların yazılması açısındandır. Birçok müfessirin konumuz olan âyetin yorumu sırasında belirttiği üzere, başkalarının kötülük işlemesine sebebiyet verecek kötü bir yol açanlar da bu âyetin kapsamındadırlar ve etkileri öldükten sonra devam eden bu kötülüklerden ötürü veballeri de artmaktadır. Nitekim Peygamber efendimiz şu hadisinde başkalarını etkileyecek çığır açmanın iki şeklini de ayrı ayrı ifade etmiştir: “Kim iyi bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Yine kim kötü bir uygulamaya öncülük ederse, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir” (Müslim, “İlim”, 15, “Zekât”, 44, 69; Müsned, IV, 362).
Ana kitap” diye çevrilen imâm kelimesi, “delil niteliği taşıyan, kendisine uyulan kitap”, “levh-i mahfûz” ve “amel defterleri” gibi mânalarla açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 448). Yüce Allah’ın kendi ilmini sözlükte “öncü, kendisine uyulan” anlamlarına gelen bu kelimeyle nitelemesi, rabbânî irade ve kudretin ilişkili olduğu her şeyin ona uygun biçimde cereyan ettiğini belirtmek içindir (İbn Âşûr, XXII, 357; bu hususun insanın mesuliyeti ile ilişkisi hakkında bk. Fâtır 35/11; irade ve kader konusunda bilgi için bk. Bakara 2/7; Enfâl 8/17-23).
Ensardan Selemeoğulları’nın yerlerini yurtlarını terkedip Mescid-i Nebevî çevresine yerleşmek istemeleri üzerine Resûlullah bunu uygun görmemiş ve onlara “Kendi bulunduğunuz yerde de yaptıklarınızın izleri kayda geçirilir” buyurmuştu. Bazıları bu olayı delil göstererek bu âyetin Medine’de indiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki Hz. Peygamber’in bu âyetteki ifadeyi Medine’de geçen olayda kullanmış olması onun Medine’de indiğini göstermez (İbn Atıyye, IV, 445, 448).



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 478-480
 
Yâsîn Suresi - 13-32 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۘ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ
    ﴿١٣﴾
  • اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ
    ﴿١٤﴾
  • قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ
    ﴿١٥﴾
  • قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
    ﴿١٦﴾
  • وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُبٖينُ
    ﴿١٧﴾
  • قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَلٖيمٌ
    ﴿١٨﴾
  • قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْؕ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْؕ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ
    ﴿١٩﴾
  • وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَدٖينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلٖينَۙ
    ﴿٢٠﴾
  • اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ
    ﴿٢١﴾
  • وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذٖي فَطَرَنٖي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
    ﴿٢٢﴾
  • ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِهٖٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّٖي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ
    ﴿٢٣﴾
  • اِنّٖٓي اِذاً لَفٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ
    ﴿٢٤﴾
  • اِنّٖٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِؕ
    ﴿٢٥﴾
  • قٖيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَؕ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمٖي يَعْلَمُونَۙ
    ﴿٢٦﴾
  • بِمَا غَفَرَ لٖي رَبّٖي وَجَعَلَنٖي مِنَ الْمُكْرَمٖينَ
    ﴿٢٧﴾
  • وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِهٖ مِنْ بَعْدِهٖ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِلٖينَ
    ﴿٢٨﴾
  • اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ
    ﴿٢٩﴾
  • يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْتٖيهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
    ﴿٣٠﴾
  • اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ
    ﴿٣١﴾
  • وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمٖيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَࣖ
    ﴿٣٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾13﴿
Onlara mâlûm şehir halkını örnek göster. Oraya elçiler gelmişti.

﴾14﴿
Biz kendilerine iki kişi göndermiştik ama ikisini de yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine bir üçüncüyle destekledik. Onlar “Biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.

﴾15﴿
Diğerleri ise şöyle karşılık verdiler: “Siz de ancak bizler gibi insanlarsınız. Hem rahmân herhangi bir şey indirmiş değil; siz sadece yalan söylüyorsunuz!”

﴾16﴿
“Rabbimiz biliyor ki” dediler, “Biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

﴾17﴿
Bize düşen, açıkça tebliğ etmekten ibarettir.”

﴾18﴿
(İnkârcılar) şu karşılığı verdiler: “Doğrusu sizin yüzünüzden üzerimize uğursuzluk geldi. Eğer vazgeçmezseniz, biliniz ki sizi taşlayacağız ve tarafımızdan size acı veren bir işkence yapılacaktır.”

﴾19﴿
Onlar da dediler ki: “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildi diye öyle mi? Hayır! Siz sınırı aşmış bir topluluksunuz.”

﴾20﴿
O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.

﴾21﴿
Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.

﴾22﴿
Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki?

﴾23﴿
Hiç O’ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.

﴾24﴿
İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum.

﴾25﴿
İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.”

﴾26-27﴿
Ona, “Cennete gir” denildi. “Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!” dedi.

﴾28﴿
Ondan sonra kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirmeyiz de.

﴾29﴿
(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti; sönüverdiler.

﴾30﴿
O kullara yazıklar olsun! Kendilerine bir peygamber gelmeye görsün, onu mutlaka alaya alırlardı.

﴾31﴿
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi ve onların artık kendilerine dönüp gelmediğini görmezler mi!

﴾32﴿
Elbette onların hepsi toplanıp huzurumuza getirilecek.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kendilerine üç peygamber birden gönderilmesine rağmen inkârcılıkta direnen, üstelik onlara iman eden kişiyi horlayan –hatta muhtemelen onu hunharca öldüren–, bu yüzden de feci bir ilâhî cezaya çarptırılan bir belde halkının durumu, Hz. Muhammed’in peygamberliğini reddetmekte ısrar eden ve ona inananları ağır baskılara mâruz bırakan ve kendisini de öldürmeyi düşünen Mekke müşriklerinin gözleri önüne bir ibret levhası olarak konmaktadır. “Şehir halkı” şeklinde tercüme edilen ashâbü’l-karye tamlamasında nerenin kastedildiği kesin olarak bilinmediği için bu tamlama dinî eserlerde oranın ahalisini ifade eden bir terim haline gelmiştir. “İnsanların toplandığı yer” mânasına gelen karye kelimesi, daha çok köy ve kasaba gibi küçük yerleşim merkezleri için kullanılır; fakat Kur’an’da Mekke ve Kudüs gibi şehirler için de kullanılmaktadır. 20. âyetteki “şehrin öbür ucundan” ifadesi burada sözü edilen yerleşim yerinin de şehir büyüklüğünde olduğunu düşündürmektedir.
Halkın iki elçiyi dinlememesi üzerine bir üçüncüsü gönderilmiş, 14-19. âyetlerde özetlenen diyalogdan anlaşıldığı üzere şehir halkı, hakaret ve tehditlerle dolu bir üslûp kullanarak inkârcılıkta direneceklerini açıkça ifade etmişlerdir. Bu tutumun elçilere karşı bir eyleme dönüşmesinden endişe ettiği anlaşılan ve onlara inanan bir müminin ikna edici sözlerle onları elçilere tâbi olmaya çağırması da fayda etmemiş, âyetin ifade akışından anlaşıldığına göre o da şehir halkınca öldürülmüştür.
Kur’an-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde burada sözü edilen şehrin neresi, ahalisinin ve gönderilen elçilerin kimler olduğuna dair bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerde söz konusu yerleşim merkezinin Antakya ve gönderilen elçilerin ise Hz. Îsâ’nın havârileri olduğu belirtilir; buna göre karye halkı da Romalılar olmaktadır. Fakat 14. âyette elçilerin Allah tarafından gönderildiği ifade edildiğine göre bunların Hz. Îsâ tarafından yollanan havâriler şeklinde anlaşılması isabetli olmaz. Kaldı ki Yeni Ahid’de Antakya’ya gittiği belirtilen Barnabas, Petrus ve Paul’ün oraya gidişleri Îsâ’nın semaya urûcundan sonra olmuştur yani bunlar onun tarafından da gönderilmiş değildirler. Öte yandan havâriler Antakya’da herhangi bir direnişle karşılaşmamış, bu yerin halkı Hz. Îsâ’ya inanmakta gecikmemiş ve şehir bir müddet sonra Hıristiyanlığın belli başlı merkezlerinden biri olmuştur (bk. Resullerin İşleri, 11/19-26, 14/8-28, 15/22, 35-36. Elçilerin isimleri, Allah tarafından mı Hz. Îsâ tarafından mı gönderildikleri ve karşılaştıkları muamele hususunda müfessirlerin verdikleri bilgiler birbirini tutmamaktadır, meselâ krş. Taberî, XXII, 156; Râzî, XXVI, 54; İbn Atıyye de zikredilen bu bilgiler sağlıklı olmadığı için kendisinin ihtisar yolunu tuttuğunu belirtir, IV, 450).
Müfessirlere göre elçilerin tebliğini kabul edip onlara uyulmasını tavsiye eden mümin kişinin adı Habîb b. Mûsâ, Habîb b. İsrâil veya Habîb b. Mer‘î’dir. Başka mesleklerden de söz edilmekle beraber daha çok marangoz (neccâr) olduğu belirtildiğinden bu kişi İslâmî kaynaklarda Habîb en-Neccâr diye anılır. Hatta İbn Âşûr 1078 yılında meşrık hattıyla istinsah edilmiş bir mushaf gördüğünü ve burada Yâsîn sûresine, “Habîb en-Neccâr sûresi” başlığının konmuş olduğunu yazmaktadır (XXII, 341). Bazı eserlerde Habîb’in günlük kazancının yarısını ailesine ayırıp diğer yarısını hayır yolunda harcadığı, cüzzam hastalığına yakalandığı için şehirden uzak bir yerde oturup ibadetle meşgul olduğu, sözde mâbudların ahşap heykellerini yapan bir dülger iken elçilerin mûcizelerini görünce hidayet bulduğu, halkı da iman etmeye çağırınca taşlanarak, linç edilerek veya hızarla kesilerek öldürüldüğü, bir keramet olarak kesilmiş başını eline alıp dolaştığı gibi rivayetler yer alır. Antakya yöresi halkı, çok ziyaret edilen ve ona ait olduğu sanılan bir kabrin bulunduğu Silpius dağına onun adını vermişlerdir. Yeni Ahid’de (bk. Resullerin İşleri, 11/28, 21/10) sözü edilen Agabus’un Habîb en-Neccâr olduğu ileri sürülmüşse de bunu ispat eden bir delil bulunmamaktadır.
Kıssanın amacı, ilâhî mesaja kulak tıkamakta ısrar eden ve Allah’ın elçilerine karşı bağnaz bir tutum sergileyenlerin âkıbetleri hakkında bir örnek vermek, bir taraftan Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenlere güçlü bir uyarı yaparken diğer yandan da ona tâbi olanların mâneviyatını yükseltmektir. (Bu konuda bilgi ve değişik yorumlar için bk. Taberî, XXII, 155-162, XXIII, 1-4; Abdullah Aydemir, “Ashâbü’l-Karye”, DİA, III, 468-469; Ömer Faruk Harman, “Ashâb-ı Karye”, İFAV Ans., I, 166-167; “Habîbünneccâr”, İA, V/1, 9-10; Süleyman Ateş, “Habîb en-Neccâr, DİA, XIV, 373-374; Elmalılı, VI, 4016; Esed, II, 898-899; elçiler ile şehir halkı arasında geçen diyalogda ve mümin kişinin çağrısında yer alan ifadelerin mâna incelikleri hakkında özellikle bk. Râzî, XXVI, 50-65).
19. âyette geçen ve lafzan “Kuşunuz sizinle beraberdir” demek olan cümle Arap dilinde meâlde olduğu gibi, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir” şeklinde deyimsel bir anlam kazanmıştır (izahı için bk. A‘râf 7/131; İbn Atıyye, IV, 450). 20. âyetin “şehrin öbür ucundan bir adam” diye çevrilen kısmıyla, o memleketteki insanların ileri gelenlerinden biri mânası da kastedilmiş olabilir (Elmalılı, VI, 4017). 25. âyetteki hitabın peygamberlere yönelik olduğu kabul edilirse mâna şöyle olur: “Şimdi beni duyun da şahit olun, yarın âhirette O’nun huzurunda tanıklık edin.” Şayet kendi toplumuna hitap olarak düşünülürse, “Ey kavmim! Gelin beni dinleyin de o elçilere uyun” şeklinde anlaşılmalıdır. Bunu, gelecekteki insanlar da dahil olmak üzere duyma yeteneği olan herkese bu olaydan ibret alınması için yapılmış bir çağrı olarak da düşünmek mümkündür (Elmalılı, VI, 4019). 26. âyette yer alan “Cennete gir” anlamındaki cümle genellikle iman ettiğini açıklayan kişiye verilmiş ilâhî bir müjde olarak yorumlanmış, bunun hemen imanını açıklaması veya şehit edilmesi üzerine söylenmiş olabileceği üzerinde durulmuştur (bk. Zemahşerî, III, 284; Râzî, XXVI, 60). 29. âyetteki “dehşet verici ses” anlamına gelen sayha kelimesi “tek” anlamına gelen vâhide sıfatı ile nitelenmiştir. Buna göre âyetin ilk cümlesinin lafzî karşılığı “(Cezaları) tek bir korkunç sesten ibaretti” şeklinde olur. Fakat burada sesin sonuna kadar aynı şekilde devam etme özelliğine işaret bulunduğu için (İbn Âşûr, XXIII, 6), bu cümle “(Cezaları) korkunç bir sesten ibaretti” şeklinde tercüme edilmiştir. Korkunç sesin mahiyeti hakkında burada bir açıklama bulunmamakla beraber, Kur’an’ın haklarında aynı kelimeyi kullandığı kavimlerle ilgili başka ifadelerinden hareketle bu cezanın yıldırım çarpması ve deprem olabileceği açıklamaları yapılmıştır; bazı müfessirler ise bunu Cebrâil’in çıkardığı bir ses olarak yorumlamışlardır. 30. âyetin başındaki “Yazık o kullara!” şeklinde tercüme edilen ifadenin inkârcıların ilâhî azabı gördükten sonra üç peygamberi kastederek ve fırsatı kaçırdıklarını anlatmak üzere söyledikleri bir söz olduğu görüşü esas alınırsa (bk. İbn Atıyye, IV, 452) buna “Ah! O kullar nerede!” gibi bir anlam vermek gerekir.


Kaynak :
 
Yâsîn Suresi - 33-36 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَباًّ فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ
    ﴿٣٣﴾
  • وَجَعَلْنَا فٖيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخٖيلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فٖيهَا مِنَ الْعُيُونِۙ
    ﴿٣٤﴾
  • لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهٖۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْدٖيهِمْؕ اَفَلَا يَشْكُرُونَ
    ﴿٣٥﴾
  • سُبْحَانَ الَّذٖي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ
    ﴿٣٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾33﴿
Onlar için ölü toprak açık bir kanıttır. Ona can verdik ve ondan taneler çıkardık; işte bundan (yaptıkları yiyecekleri) yiyorlar.

﴾34﴿
Orada nice hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik, içinde gözelerden su fışkırttık;

﴾35﴿
Onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler diye. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

﴾36﴿
Toprağın bitirdiklerini, kendilerini ve daha bilmedikleri nice şeyleri çifter çifter yaratan Allah her türlü eksiklikten uzaktır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yeryüzü sönmüş bir ateş halinde yani hayat ile tamamen zıt bir mahiyette iken ona can veren, bitkisel ve hayvansal organizmalarla onu diri kılan ve orayı yaşanır hale getirenin kim olduğunu düşünmek bile yüce Allah’ın varlığını, birliğini ve eşsiz kudretini kavramak için yetecek kanıtları gözlerimizin önüne serecektir (ayrıca bk. Hac 22/5). Peygamberlerin ve onların haklılığını savunan mümin kişinin yalnız Allah’a kulluk etme çağrısı üzerinde hiç düşünmeksizin bağnaz bir tutum sergileyen toplum örneğine değinildikten sonra bu ve müteakip âyetlerde, her dönemde benzerleri bulunabilen bu tür insanların gerçekleri görmeleri için evrende ve yakın çevrelerinde olup bitenlere ibret gözüyle bakmalarının yeterli olacağı mesajı verilmektedir.
“Taneler” şeklinde çevrilen 33. âyetteki hab kelimesi bir cins ismi olup miktar olarak azı da çoğu da kapsar; yaygın anlamı “tahıl türünden taneler” olmakla beraber, genel olarak bütün bitkilerin tohumlarını ifade etmek için de kullanılır. Bir yoruma göre burada hayatın ilk başlangıcına dikkat çekilmekte yani ölü arza bitkisel hayattan başlayan bir canlılık verilip ondan habbeler çıkarıldığı, böyle tek hücrecikten başlayan bu hayatın insan hayatına doğru terbiye ve tekemmül ettirildiği belirtilmektedir (bk. Elmalılı, VI, 4024-4025; ayrıca bk. En‘âm 6/95, 99). Yaratma ile ilgili başka bazı âyetler ışığında burada, tabiattaki sürekli yenilenmenin ve insanın temel gıdalarını oluşturan bitkisel ürünlerin meydana gelmesinin daima Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine, O’nun koyduğu yasalara bağlı olduğunu hatırlatmanın amaçlandığı da söylenebilir. Müfessirler bu kelimeyi daha çok tahıl anlamıyla açıklamışlar ve hububatın insanın günlük yaşantısındaki önemine dikkat çekmişlerdir (meselâ Zemahşerî, III, 285-286; Râzî, XXVI, 66, 67).
35. âyette “onun ürünlerinden” denirken “o” anlamındaki zamirin daha önce anılan nimetlerin, fışkırtıldığı belirtilen suyun veya bahçelerin yerini tuttuğu düşünülebilir. Bazı müfessirlere göre bu zamirle Allah Teâlâ kastedilmiş olup burada “Allah’ın yarattığı ürünlerden” mânası vardır. Râzî ise bu tamlamaya “kaynaklardan su akıtmanın yararlarından” mânasının da verilebileceği kanaatindedir (Zemahşerî, III, 286; İbn Atıyye, IV, 453; Râzî, XXVI, 67-68; Şevkânî, IV, 422). Yine aynı âyetin “... onun ürünlerinden ve kendi elleriyle ürettiklerinden yesinler” diye çevrilen kısmında geçen “mâ” kelimesi meâlde ilgi zamiri olarak değerlendirilmiştir. Buna göre ziraat, ticaret gibi yollarla elde edilen ürünler, ziraî mahsullerin el emeği ile üretilenleri, yenmesi için pişirme, değişik işlemlerden geçirme gibi emek isteyenleri kastedilmiş olur (Râzî, XXVI, 68). “Mâ” ilgi zamiri değil olumsuzluk edatı kabul edildiği takdirde bu kısmın meâli “–meydana getiren kendileri olmadığı halde– onun ürünlerinden yesinler” şeklinde olur. Bu mânayı esas alan müfessirler bu ifadeyi şöyle açıklamışlardır: Üretmek için çaba sarfedip katkı sağlamış olsalar bile bu ürünler onlar tarafından yaratılmış değildir, Allah’ın bir ihsanıdır, buna rağmen hâlâ şükretmezler mi? (Şevkânî, IV, 422; şükür hakkında bk. İbrâhim 14/7).
36. âyette, kâinatta insanın bildiği ve bilmediği bütün çiftleri yüce Allah’ın yarattığı belirtilerek her birinin paydaşı, eşi, benzeri, karşıtı olan bu çiftlerin hepsinin yaratılmışlık özelliğine, dolayısıyla bunları yaratanın tek olduğuna dikkat çekilmektedir. İnsanların Kur’an’ın indiği sırada bilmediği birçok şeyde de çift yaratılma özelliğinin bulunduğu modern araştırmalar tarafından ortaya çıkarılmış olup bu, ileride daha nice varlık, olay ve kavram çiftlerinin keşfedilebileceğinin işaretidir. Paul Dirac adlı bilim adamının atom parçacıklarının da çift yaratıldığını yani elektron karşısında pozitronun bulunduğunu tesbit edip, “parite kanunu”nu keşfetmesi ve bu sayede Nobel ödülü kazanması, bu âyetteki anlam derinliğine ışık tutucu bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Bu âyetin “sübhân” yani Allah’ı yüceltme ve O’nun her türlü eksiklikten uzak olduğunu belirten hayranlık ifadesiyle başlamasından hareketle, burada zikredilen nimetin öncekilerden de mühim olduğu, dolayısıyla insan hayatında izdivacın önemi ve değeri hakkında bir mâna inceliği taşıdığı yorumu da yapılmıştır (Elmalılı, VI, 4028). Burada toprağın bitirdiklerine özel yer verilmesi, bunların gerek insanlar gerekse yine insanın besin kaynaklarından olan hayvanlar için hayatî bir önem taşıması ile izah edilebilir (İbn Âşûr, XXIII, 17).

Kaynak :
 
Yâsîn Suresi - 37 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ
    ﴿٣٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾37﴿
Gece de onlar için açık bir kanıttır. Gündüzü ondan çekip alırız da karanlıkta kalıverirler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Gündüzün geceden çekilip alınması ile ilgili olarak âyette kullanılan fiil hem “deriyi yüzmek” veya “kabuğu soymak” hem de “çıkarmak” anlamlarına gelmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu âyetin devamında “Karanlık içinde kalıverirler” cümlesinin yer aldığını göz önüne alarak bu olayın ürkütücü ve mahrumiyette bırakma etkisine dikkat çekildiği yorumunu yapmışlar; bazıları ise bu ifadeyle insanlara sağlanan aydınlık nimetine ve daha geniş bir bakışla yüce Allah’ın ölülere hayat verme kudretine işaret edildiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 286; Elmalılı, VI, 4028-4029). Taberî bu ifadenin gecenin gündüze ve gündüzün geceye katılması hakkındaki âyete (bk. Âl-i İmrân 3/27) göre yorumlanmasını uygun bulmaz (XXIII, 5, 36). Âyetin bu kısmı için şöyle bir açıklama uygun olabilir: Gezegenimizde asıl olan karanlık olup dönme sebebiyle dünyanın güneşe bakan yüzü o konumunu değiştirince gündüz çekilip alınmış olmakta, asıl olan karanlık devam etmektedir (36. âyette makro planda mekân deliliyle, burada da makro planda zaman deliliyle istidlâl edildiğine dair felsefî ve kelâmî bazı izahlar için bk. Râzî, XXVI, 69-70).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 489
 
Yâsîn Suresi - 38-40 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالشَّمْسُ تَجْرٖي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاؕ ذٰلِكَ تَقْدٖيرُ الْعَزٖيزِ الْعَلٖيمِؕ
    ﴿٣٨﴾
  • وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدٖيمِ
    ﴿٣٩﴾
  • لَا الشَّمْسُ يَنْبَغٖي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِؕ وَكُلٌّ فٖي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
    ﴿٤٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾38﴿
Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre (yörüngesinde) akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.

﴾39﴿
Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur.

﴾40﴿
Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Güneş, yer kürenin ve güneş sisteminin diğer üyelerinin çevresinde dolandıkları yıldızın adıdır ve güneş sistemi Samanyolu galaksisi içinde yer alan yıldız sistemlerinden biridir. Samanyolu da, sayısı milyarlarla ifade edilen galaksilerden (gökada) sadece birisidir. Astronomi alanındaki incelemeler güneşin hem parlaklık hem büyüklük açısından vasat, sıradan bir yıldız olduğunu, fakat yere en yakın yıldız olması sebebiyle diğer yıldızlardan daha büyük ve parlak göründüğünü ortaya koymuştur.
Güneşin önemi dünyamızın, etrafında dolandığı bir gezegen olmasından ve yeryüzündeki hayatın sürdürülmesi için gerekli ısı ve ışığın kaynağını teşkil etmesinden ileri gelir. İnsanların ihtiyaç duyduğu besinler güneş enerjisi sayesinde oluştuğu gibi doğal gaz, petrol, kömür gibi yakıtların kaynağı da güneş enerjisidir. Atmosferdeki iklim olayları, rüzgâr ve yağışlar güneş enerjisiyle oluşur; yerdeki suyun dolanımı güneş enerjisiyle gerçekleşir; yeşil bitkiler güneş enerjisiyle fotosentez yapar. Ay da dünyamızın yegâne tabii uydusu olup güneşten aldığı ışığın çok az bir kısmını dünyaya göndermekte, böylece –evrelerine göre farklılık taşımakla beraber– geceleri açık havada yeryüzünü aydınlatmaktadır. Yine güneş ve ay, vakitlerin hesaplanması ve takvim yapılması konularında özel bir yere sahiptir (bu konuda bilgi için bk. Muammer Dizer, “Ay”, DİA, IV, 185-186). Özet olarak her ikisinin önemi dünya, dolayısıyla insan ile ilgilerinden kaynaklanmaktadır.
Bâriz biçimde göze hitap etmeleri ve insan hayatındaki önemlerinin bilinmesi sebebiyle güneş ve ay öteden beri insanların ilgisini celbetmiş, hatta –tanrılaştırma düzeyine varacak kadar– dinî inançları etkilemiştir (insanlık tarihinde güneş kültü ve değişik dinî ve kültürel çevrelerin kozmogonilerinde güneşin ve ayın yeri hakkında bilgi için bk. Ahmet Güç, “Güneş”, DİA, XIV, 288-291; Mahmut Kaya, “Ay”, DİA, IV, 183; Hz. İbrâhim’in dahi evrenin yaratıcısını araştırırken ayın ve güneşin doğuşundan etkilenme tecrübesi yaşadığına dair Kur’an’daki anlatım için bk. En‘âm 6/75-78).
Yahudi geleneğine göre güneş, mevsimlerin düzenlenmesi ve günün aydınlatılması için Allah tarafından yaratılışın dördüncü gününde meydana getirilmiştir (Tekvin, 1/14-19). Eski Ahid’deki ifadelerden erken yahudi düşüncesinde güneşin sadece bir gök cismi olarak algılandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan Eski Ahid’de Filistin’deki güneş kültleri hakkında bilgi verilirken güneşe temas edilmekte ve yahudilere bu kült kesin olarak yasaklanmaktadır; ancak, bu konuda bazı kralların değişik tavırları ile karşılaşılmakta, Hezekiel’in günlerinde (m.ö. VI. yüzyıl başlarında) dahi bu kültün yahudiler arasında sürdüğü görülmektedir.
Yeni Ahid’de güneşle ilgili inançlar geleneksel yahudi görüşü doğrultusundadır. Güneş yalnızca bir gök cismidir ve kutsallığı söz konusu değildir; bazan ölümü sembolize etmek için kullanılmıştır. Fakat Ortaçağ ikonografisinde güneşin, Hz. Îsâ’nın sembolü olarak kullanıldığı görülür. Romanesk sanatta zamana hâkim olan Hz. Îsâ, zamanı belirleyen güneşle özdeş tutulmuş ve bir güneş diski halinde tasvir edilmiştir (Ahmet Güç, “Güneş”, DİA, XIV, 290).
İslâm öncesi Arap tarihiyle ilgili araştırmalar, Araplar’ın –Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinde olmak üzere– güneşe tapmış olduklarını ve bu durumun milât öncesine uzandığını göstermektedir. Yine bu araştırmalar Câhiliye dönemi dininin yıldızlara tapma temeline dayalı olduğunu, bütün tanrı isimlerinin özde Ay (baba), Güneş (anne) ve bunların kızları Zühre’den (Venüs) meydana gelen semavî üçlüye bağlı bulunduğunu ve Câhiliye Arapları arasında güneş kültünün var olduğunu ortaya koymaktadır (bk. Cevâd Ali, el-Mufassal fî târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, VI, 50-57). Dolayısıyla, bu tesbit ile şu anlamdaki âyetin örtüştüğü söylenebilir: “Gece ve gündüz, güneş ve ay O’nun işaretlerindendir. Eğer gerçekten Allah’a tapıyorsanız güneşe de aya da secde etmeyin, onları yaratan Allah’a secde edin” (Fussılet 41/37; Sebe halkının güneşe secde ettikleri hakkında bk. Neml 27/24).
Kur’an güneş ve aya temas ederken, Allah’ın ilminin kuşatıcılığına, bunların O’nun kudretinin eseri olduğuna ve yüce yaratıcının insanlara lutfettiği nimet ve imkânlara dikkat çekmeyi hedeflemiştir. Nitekim 38. âyetin son cümlesinde de bu yönde bir vurgu yer almıştır. Güneş ve ayın evrendeki yeri, önemi ve hareketlerinden söz eden âyetlerin hepsinin –ağırlıklı görüşe göre– Mekkî oluşu da bu konuya değinilmesindeki asıl amacın yanlış inançların tashihi ve Allah Teâlâ’ya kullukta mutlak teslimiyetin telkini olduğunu göstermektedir (Kur’an’da ve hadislerde güneş ve ay hakkında yer alan açıklamalara genel bir bakış için bk. Celal Yeniçeri, “Güneş”, DİA, XIV, 291-292; Mahmut Kaya, “Ay”, DİA, IV, 182-183).
Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna ve evrendeki bütün varlıkların O’nun tarafından yaratıldığına inanan mümin, diğer konularda olduğu gibi Kur’an’ın güneş, ay vb. konulardaki açıklamalarını da üzerinde düşünülüp sonuçlar çıkarılacak hareket noktaları olarak görür. Bu anlayış birbirini besleyen iki yönlü bir gelişmeyi beraberinde getirir: Bir yandan insanların düşünce ufukları genişler, bu konular üzerinde yoğunlaşmayı özendiren bir ortam oluşur; diğer yandan da bu yönelişin harekete geçirdiği gözlem, deney ve araştırmalar ışığında hem bunların yaratılmasındaki hikmetler hem âyetlerde bulunan onlara ilişkin açıklamalardaki derin mânalar kavranmaya çalışılır. Nitekim pozitif bilimlerle meşgul olan müslüman bilginler erken dönemlerden itibaren astronomi alanında –kendilerinden önceki bilgi birikiminden de yararlanarak– ilimler tarihi içinde seçkin bir yere sahip önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir (güneşle ilgili bazı örnekler için bk. Yavuz Unat, “Güneş”, DİA, XIV, 293; ayla ilgili bazı örnekler için bk. Muammer Dizer, “Ay”, DİA, IV, 183, 184, 185, 186). Din âlimleri de bu tesbit ve teorilerden yararlanarak güneş ve ay ile ilgili âyetler hakkında değişik yorumlar yapmaya başlamışlardır. Ancak bu yorumların o dönemlerin imkân ve şartları içinde ulaşılan bilgi birikimine göre değerlendirilmesi gerektiği, onları günümüz şartları ve imkânları içinde ulaşılan sonuçlarla kıyaslamanın doğru olmayacağı açıktır. İslâm dünyasının fikir ve ilim hayatında ilk zamanlardakine göre önemli bir irtifa kaybına uğraması kuşkusuz bu iki yönlü gelişmeyi de oldukça zayıflatmıştır. Fakat günümüzde çok ileri bir düzeye gelmiş olan astronomi, astrofizik ve güneş fiziği gibi bilim dallarının verileri, yakın zamanlarda yeni bir ivme kazanmış olan Kur’an araştırmaları açısından da ayrı bir önem taşımakta ve işaret edilen iki yönlü gelişmenin yeniden canlanması ihtimalini güçlendirmektedir. Özellikle bu alanda çalışan araştırmacıların kâinat kitabının ihtişamı karşısındaki hayranlıklarını gizlemeyip onun arkasındaki kudrete dikkat çekmeleri, bunun da fikir ve ilim çevrelerini, dinî telakkilerin, otantikliğinde kuşku bulunmayan kutsal bir metinle temellendirilmesi arayışına yönlendirmesi bu gelişmelerin önemli işaretlerindendir.
38. âyetin ilk cümlesinde geçen “müstakar” kelimesi mimli masdar, ism-i zaman veya ism-i mekân olabilir; başındaki “lâm” harfi de birkaç mânada kullanılabilmektedir. Bu sebeple âyetin bu kısmı için değişik yorumlar yapılabilir. Bunları şöyle özetlemek mümkündür: Güneş, a) Kendisi için belirlenmiş bir zamana (bu âlemdeki mevcut düzenin bozulmasına yani duracağı ana, kıyamet gününe) kadar, b) Kendine özgü istikrar mahallinde yani sabit eksen (kendi ekseni) etrafında,
c) Kendisinin karargâhı olan âlemin yararına, d) Kendisi için belirlenmiş yere doğru (ki bu da, başlangıç noktasına, varabileceği en yüksek noktaya ve inebileceği en düşük noktaya, doğunun ve batının en uç noktalarına doğru vb. şekillerde açıklanmıştır), e) Kendisi için takdir edilmiş düzen sebebiyle; yani hesapsız, kör bir tesadüf ile değil düzenli bir kanuna göre, f) Kendi âleminde bir istikrar ve denge meydana getirmek amacıyla, g) Sonunda sükûna erip durması için, h) Yıllık veya günlük hareketini tamamlamak üzere hareket eder (Râzî, XXVI, 71; Elmalılı, VI, 4030; Celal Yeniçeri “Güneş”, DİA, XIV, 292). Kur’an ve hadislerdeki kıyamet tasvirlerinde güneşin mevcut düzeninin bozulmasından hatta dürülüp tortop edilmesinden söz edildiği gibi, her yıldızın sınırlı bir yaşa sahip olduğu da bilimsel araştırmalarca ortaya konmuş bir gerçektir. Bu sebeple 38. âyet için bu sonucu ön plana çıkaran bir yorum yapılması mümkündür ve bu mânayı tercih edenler olmuştur. Kıyamet vaktine hasretmeyenlerce de, bu âyete genellikle zaman veya mekân unsurlarına göre, “kendisi için belirlenmiş zamana kadar; yerde veya yere doğru” tarzında anlamlar verilmiştir. Elmalılı bu konuda şu hususa dikkat çeker: Bu cereyanı güneşin yalnız mekânda hareketi diye anlamamalı, mekânla ve zamanla ilgili bütün etki, sonuç ve durumlarıyla varlığını sürdürmesi mânasında anlamalıdır. Meselâ ışık ve ısı yayması da onun bir cereyanıdır (VI, 4029-4030). Kanaatimizce bu âyete Elmalılı’nın bu yaklaşımına göre ve günümüz güneş astronomisi araştırmalarında yapılan tesbitler de göz önüne alınarak mâna verilmesi uygun olur. Zira bu yaklaşım güneşin dönme hareketinin yanı sıra, çekirdeğinde enerji üretmesini, “spikül” (iğnecik) adı verilen fışkırtıların yükselmesini, fışkırmalar (güneş yüzeyinde şerit biçimli gaz akımları), püskürmeler (genellikle renkküre beneklerinde zaman zaman ortaya çıkan âni parlamalar) vb. güneş olaylarını da kapsamına alır. Bu sebeple meâlde güneşin fonksiyonları ve var oluş hikmeti dikkate alınarak ilk cümle, “Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre hareket eder” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu yorum Rahmân sûresinin 5. âyetindeki ifadeyle uyumludur. Güneşin ömrünü tamamlaması ve bununla ortaya çıkacak sonuçlar da esasen bu düzenin ve ince hesabın bir parçasıdır.
Öte yandan, 38. âyette geçen tecrî fiilinin “döner” şeklinde anlaşılması, bu kelimenin sözlük anlamına uygun olduğu gibi güneşle ilgili bilimsel tesbitlere de aykırı değildir. Zira güneş magnetik alanı olan ve kendi çevresinde dönen bir gök cismidir. Şu var ki yavaş dönen bir gök cismi olduğu için –çok hızlı dönen ve bu sebeple son derece basık küremsi (sferoit) bir şekil alan bazı yıldızların aksine– güneşin basıklığı önemsenmeyecek kadar küçüktür ve düzgün küresel bir yapıya sahiptir. Dönme periyodu, ekvator bölgesinde 25 gün, kutup bölgesinde 35 gün olarak hesaplanmıştır (Patrick Martinez, I, 9; William J. Kaufmann III – Neil F. Comins, s. 206, 212). Belirtilen fiilin “dönme” anlamı, güneş sisteminin içinde yer aldığı Samanyolu galaksisinin kendi merkezi etrafında dönmesini de hatıra getirmekle beraber bu, uzak ihtimale dayalı bir yorum olur. Bu fiilin sözlük anlamları dikkate alınarak “akıp gider” şeklinde anlaşılması da mümkündür. Bu mânayı esas alan bazı yazarlar 38. âyetin yorumu çerçevesinde şöyle bir görüşe yer verirler: “Herhalde güneşin bu tayin edilmiş akıp gitme hareketiyle Herkül takım yıldızına doğru gidişi, yani Samanyolu içerisindeki saatte 72.000 km. hızla 250 milyon yılda tamamladığı hesaplanan bir dönüşü kastedilmiştir” (Celal Yeniçeri, “Güneş”, DİA, XIV, 292). Kanaatimize göre bu âyette geçen tecrî fiiline “akıp gider” anlamı verilip bu hareket Herkül takım yıldızına doğru gidiş şeklinde yorumlandığı takdirde, bu bağlamda şems kelimesini de “güneş sistemi” şeklinde anlamak uygun olur. Zira yaklaşık dairesel bir yörüngede ve 250 milyon yılda tamamlandığı belirlenen bu hareket doğrudan güneşe değil güneş sistemine aittir ve dünyamız da bu hareketin içindedir; güneş sisteminin yerin oluşumundan beri bu şekilde on dokuz dönüş yaptığı hesaplanmıştır.
38. âyetin son cümlesinde, üzerinde düşünmemiz istenen konunun ana teması veciz bir biçimde ifade edilmekte, akıllara durgunluk veren bu mükemmel işleyişin ve ince hesapların, çok güçlü ve her şeyi bütün ayrıntılarıyla bilen yüce Allah tarafından belirlendiği, ölçülerini O’nun koyduğu belirtilmektedir (Zemahşerî, III, 286).
39. âyetteki menâzilin tekili olan menzil kelimesinin sözlük anlamı “inilecek yer, durak”tır. Dünya etrafında hareket ederken ayın ışık alan yüzünün dünyadan görünüşü bir günden diğerine gözle farkedilecek şekilde değişir. Ayın gökyüzündeki hareketi için, her biri bir günlük yola karşılık gelmek üzere 13’er derecelik yaylardan oluşan 28 menzil tesbit edilmiş olup Araplar bu menzillere ayrı ayrı isimler vermişlerdir. Ay, yirmi dokuz gün olduğunda bir, otuz gün olduğunda iki gece görünmez. Buna göre adı belirlenen menzillerin sayısı 28’dir (bk. Zemahşerî, III, 286-287; Muammer Dizer, “Ay”, DİA, IV, 183). Ayın yer ve güneşe oranla konumundan ileri gelen bu periyodik olayın yaklaşık birer haftalık sürelere göre incelenmesi neticesinde ayın dünyadan değişik görünümlerine ayın safhaları (evreleri) denmiştir. Bu evreler yeni ay, ilk dördün, dolunay ve son dördün diye anılır. Âyette bu evrelerin kastedildiği de düşünülebilir. Yine bu âyetteki “Sonunda hurma salkımının (ağaçta kalan) yıllanmış sapı gibi olur” benzetmesi tefsirlerde genellikle şöyle açıklanmıştır: “Urcûn” kelimesi hurma salkımı kesildikten sonra bu salkımın ağaçta kalan sapını ifade eder (İbn Âşûr, XXIII, 22); bu odunumsu sap yıllandığında incelir, eğrilir ve sararır. Âyette ayın durumu bu üç açıdan ona benzetilmiştir. “Eski” anlamına gelen kadîm sıfatı bu tür nesneler için üzerinden en az bir yıl geçme durumlarında kullanıldığı için (Zemahşerî, III, 286-287) meâlde “yıllanmış” şeklinde tercüme edilmiştir (bu sıfatın her şey hakkında üzerinden bir yıl geçme ölçütüne bağlanamayacağı yönündeki bir açıklama için bk. Râzî, XXVI, 72-73; bunu “kuru” şeklinde ifade etmek de mümkündür, Taberî, XXIII, 6-7).
40. âyetin “Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur” anlamındaki cümlesiyle, güneşin ve ayın dünya ve insanlar için büyük önemi ve güçlü etkileri bulunmakla beraber, bunların kendileri için belirlenen düzenin dışına çıkamayacakları, hepsinin Allah Teâlâ’nın iradesine ve belirlediği yasalara tâbi oldukları vurgulanmaktadır. Bu cümle için “Birinin ışığı diğerininkine benzemez”, “Biri doğduğunda diğerinin ışığı kalmaz” gibi yorumlar da yapılmıştır (bk. Taberî, XXIII, 7-8; Şevkânî, IV, 424). “Yetişme” anlamına gelen fiilin güneş hakkında kullanılmasının sebebi, ayın yörüngesini bir ayda katetmesi, dünyanın güneş etrafındaki dönüşünü ise bir yılda tamamlaması olabilir (Zemahşerî, bu karşılaştırmayı o günün bilgilerine göre “güneşin kendi yörüngesini bir yılda katetmesi” şeklinde verir; III, 287). Bu âyetin “ne de gece gündüzü geçebilir” anlamına gelen kısmı için Râzî’nin tercih ettiği yorum burada gecenin ayı, gündüzün de güneşi temsil etmesi esasına dayalıdır; buna göre kastedilen anlam şudur: Ayın gücü ve etkisi güneşin gücüne ve etkisine baskın gelemez (iki cümlenin yapısı ve içeriğiyle ilgili izahlarla birlikte bk. XXVI, 73).
Bu âyetin “Her biri bir yörüngede yüzüp gider” diye tercüme edilen son cümlesinde geçen felek kelimesi bir astronomi terimi olarak “yıldızların döndüğü yer” anlamına gelir. Bu âyette ve Enbiyâ sûresinin 33. âyetinde geçen felek kelimesiyle gök cisimlerinin üzerinde döndüğü yer veya yörüngelerinin kastedildiği yorumları yapılmıştır. Bu cümleye “Hepsi, bir felek içinde yüzüp gider” şeklinde mâna verildiği takdirde felek kelimesi, galaksi (gökada) şeklinde yorumlanabilir (bu kelimenin etimolojisi ve müslüman filozofların ve astronomlarının bu konudaki düşünceleri hakkında bilgi için bk. İlhan Kutluer, “Felek”, DİA, XII, 303-306; ünlü müfessir Râzî’nin, bu konudaki tasavvurları ve –kendi dönemindeki– astronomi bilginlerinin bazı görüşlerine yönelttiği eleştiriler için bk. XXVI, 75-77; ay ve güneş hakkında bilgi için bk. Stanley P. Wyatt, Principles of Astronomy, s. 115-144, 269-298; Patrick Martinez, a.g.e., I, 1-49, 107-186; William J. Kaufmann III – Neil F. Comins, a.g.e., s. 99-222; Stuart Atkinson, Astronomi, s. 4-7, 12-13).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 490-496
 
Yâsîn Suresi - 41-44 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
    ﴿٤١﴾
  • وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهٖ مَا يَرْكَبُونَ
    ﴿٤٢﴾
  • وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرٖيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ
    ﴿٤٣﴾
  • اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى حٖينٍ
    ﴿٤٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾41-42﴿
Onları ve nesillerini yüklü gemide taşımamız ve binecekleri benzer araçlar yaratmamız da kendileri için açık bir kanıttır.

﴾43﴿
Dilesek onları suda boğarız, kimse de onların yardımına koşamaz ve artık kurtarılamazlar.

﴾44﴿
Ama tarafımızdan bir rahmet ve belli zamana kadar faydalanma fırsatı vermemiz başkadır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnkârcılıkta direnenlere yüce Allah’ın kendileri üzerindeki nimetleri düşünüp ibret almaları için yakın çevrelerinden bir delil gösterilmekte, taşımacılığı kolaylaştıran ulaşım araçlarının da O’nun insanlara sağladığı bir imkân ve bir lutuf olduğu hatırlatılmaktadır. Dolu dolu gemilerin batmadan suların üzerinde seyredebilmesi ve insan neslinin bu gemilerde taşınabilmesi Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar sayesinde gerçekleşmektedir. İnsanların üzerlerinde egemenlik kurup binek olarak kullandıkları hayvanlar da Allah tarafından yaratılmıştır. 42. âyetle, o gün bilinen ve bilinmeyen diğer deniz araçlarına işaret edilmiş olması ihtimali lafız ve bağlam açısından daha güçlü görünmektedir. Böylece 41 ve 42. âyetlerde iki tür nimete dikkat çekilmiş olmaktadır: İnsanın hayatını kolaylaştıracak doğa yasaları ve bunlardan yararlanmayı mümkün kılacak akıl nimeti Allah’ın bir lutfudur; bu dolaylı nimetlerin yanı sıra yine hayatı kolaylaştırmada yararlandığımız birçok imkân doğrudan O’nun tarafından yaratılmıştır.
41. âyetteki zürriyet kelimesinin “gelecek nesiller” anlamını esas alan müfessirler bu âyetteki ifadeyi mecaz (istiâre) olarak düşünmüşler, “yüklü gemi” mânasına gelen el-fülkü’l-meşhûn tamlamasıyla annelerin rahimlerinin, zürriyet kelimesiyle de bu rahimlerdeki ceninlerin kastedildiği yorumunu yapmışlardır. Bu kelimeyi “geçmiş nesiller” mânasına alanlar yüklü gemiden maksadın Hz. Nûh’un gemisi olduğu kanaatindedirler. Bu yorumla bağlantılı olarak birçok müfessir 42. âyette genel olarak gemilerin veya küçük gemilerin kastedildiğini düşünür (bk. Taberî, XXIII, 9; İbn Atıyye, Hz. Nûh’la beraber olanlar yorumunu yapmak için zürriyet kelimesine “atalar” anlamının verilmesini –bu kelimenin dilde böyle bir anlamı bulunmadığı gerekçesiyle– eleştirir; IV, 455). Şevkânî, ana rahmi benzetmesine dayalı yorumu oldukça tuhaf, Nûh’un gemisi yorumunu da zayıf bulur (IV, 425-426).
Bize göre yukarıdan beri Allah “Onlar için bir kanıt da…” cümlesini tekrar ederek “onlar”dan, kulluk için yaratılan insanları kastetmiş ve onlara çeşitli kanıtlar göstermişti. Burada da “nesillerini” diyerek nesiller boyu insanları murat etmiş, deniz, kara ve diğer yollardan onlara taşınma, seyahat imkânı vermiş olmasını bir başka kanıt olarak zikretmiştir.
“Fülk” kelimesi gerek tekil gerekse çoğul anlamına göre kullanılabildiğinden meâlin “... yüklü gemilerde...” şeklinde verilmesi mümkündür. 43. âyetin “kimse onların yardımına koşamaz” anlamı verilen kısmı “Onlar için feryat eden bulunmaz” şeklinde de tercüme edilebilir (İbn Âşûr, XXIII, 29).



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 497-498
 
Yâsîn Suresi - 45 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِذَا قٖيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْدٖيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
    ﴿٤٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾45﴿
Onlara “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının ki rahmet göresiniz” dendiğinde (aldırış etmezler).

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Evrende olup bitenlerden ve insanların yakın çevrelerindeki gerçeklerden örnekler göstererek muhatapları Allah’ın birliği ve kudreti üzerinde düşünmeye çağıran âyetlerden sonra bu ve müteakip âyetlerde imanın gerekleri ve ahlâkî ödevlerle ilgili bazı uyarılara yer verilmektedir. “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden sakının” diye tercüme edilen cümlenin iki türlü felâket ve cezaya karşı bir uyarı anlamı taşıdığı açıktır. Bu ikili ayırımla ne kastedildiği hususunda yapılan yorumları ise şöyle özetlemek mümkündür: a) Sizden önceki toplumların başına gelenlerin benzerinin sizin de başınıza gelmesinden ve âhiret azabından,
b) Geçmişteki günahlarınızın ve gelecekte işleyeceklerinizin cezasından, c) Dünyadaki ve âhiretteki cezalardan, d) Görebildiğiniz ve göremediğiniz felâketlerden sakının (Taberî, XXIII, 11-12; Şevkânî, IV, 426-427).
Bize göre “sakının” emri ancak sakınılarak kurtulmak mümkün olan tehlikeler karşısında anlamlı olur. Bu nedenle âyeti “Görüp bildiğiniz günahlardan da, açık olmasa bile günaha götürmesi muhtemel davranışlardan da sakının.” şeklinde yorumlamak daha uygundur.
İnkârcılara bu uyarı yapıldığında nasıl bir tepki verdikleri onların daha genel bir tavrına değinilen 46. âyetin sonunda “yüz çevirirler” şeklinde açıklanmıştır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 499
 
Yâsîn Suresi - 46 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَمَا تَأْتٖيهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضٖينَ
    ﴿٤٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾46﴿
Onlara rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, illâ da ondan yüz çevirirler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Aklını ve gönlünü iman çağrısına kapatmakta direnenlerin kendilerine hangi türden âyet gelirse gelsin, ön yargılı davranıp yüz çevirdikleri belirtilmektedir. Önceki açıklamalar dikkate alındığında, buradaki âyet kelimesini, Allah’ın birlik ve yüceliğini açıkça ortaya koyan her türlü delil yani peygamber, vahiy (ilâhî bildirim) ve mûcizeler, evrende, insanın öz benliğinde ve yakın çevresinde kolayca gözlemlenebilen kanıtlar şeklinde anlamak uygun olur.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500
 
Yâsîn Suresi - 47 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لِلَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُࣗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ
    ﴿٤٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾47﴿
Onlara, “Allah’ın size verdiği rızıktan başkaları için de harcayın” dendiğinde, inkârcılar müminlere derler ki: “Dilese Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz! Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mekke döneminde inen âyetlerde ağırlıklı olarak biri iman, diğeri ahlâkla ilgili iki büyük yanlışlığın düzeltilmesine önem verildiği görülür. Bu iki yanlışlığı, “Allah’a kullukla yetinmeyip O’na eş-ortak aramak ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmaktan kaçınmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Esasen insanın kâinattaki her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın mülkünü, yaratıp yönetmesini başka ortaklar arasında pay etmeye kalkışırken zâhiren kendisinin gibi görünen imkânlardan başkalarını yararlandırmak hususunda hasis ve cimri davranması büyük bir çelişki taşımaktadır. Kur’an, ilk muhataplarını oluşturan Mekke toplumunda olduğu gibi tarih boyunca hemen bütün toplumlarda görülen bu tutarsızlık üzerinde ısrarla durmuş, bir yandan tevhid inancını pekiştirerek insanı Allah’tan başka gerçek mâlik bulunmadığını kavramaya, diğer yandan da onu kendinden bir şeyler vermeye alıştırarak iman ve ahlâkındaki yanlışlardan arınmaya yöneltmiştir.
Âyetteki anlatım daha çok şöyle yorumlanmıştır: İnkârcılar kendilerine verilen rızıktan başkaları için de harcamaya davet edildiğinde müminleri kendi argümanlarıyla bağlamaya çalışıyor, “Siz, ‘Rızkı veren Allah’tır; dilediğine bol verir, dilediğine kısar’ diyordunuz ya! O halde Allah’ın rızık vermek istemediklerini biz niye besleyelim ki?” tarzında demagoji yapıyorlar, onları alaya alıyorlardı. Oysa rızık verme Allah’ın kendi yarattıkları üzerindeki bir tasarrufu olup yine kendi irade ve kudretine bağlıdır, O’nu kimse sorgulayamaz. İnfak (başkaları için, Allah yolunda harcama) ise insana yüklenmiş ahlâkî bir ödev ve kendisine sağlanmış bir altın fırsattır. Ayrıca Allah’ın doyurması, rızıklandırması doğrudan olduğu gibi dolaylı da olabilir; dilediğinde yoksul ve yoksunların ihtiyaçlarını, bol rızık verdiği kulları aracılığıyla da karşılar. Bu âyetin Mekke müşriklerinin müslüman olan kölelerine ve yoksul yakınlarına yardımı kesmeleri veya müslüman olsun olmasın bütün yoksullara yardım ve ilgiyi kesme kararı almaları karşısında Hz. Peygamber tarafından yoksullara yardım etme ve ilgi gösterme çağrısı yapılması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (İbn Atıyye, IV, 456). Meâlde “Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz” anlamındaki cümle inkârcıların sözünün devamı olarak verilmiştir. Bunu, Allah Teâlâ’nın onların mantığını red anlamındaki sözü olarak düşünmek de mümkündür (İbn Atıyye, IV, 456). Bazı âlimler İbn Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak bu âyetin Allah’ın varlığını temelden inkâr eden ve müslümanları alaya alan bir grup (zındıklar) hakkında indiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 288).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500-501
 
Yâsîn Suresi - 48-50 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ
    ﴿٤٨﴾
  • مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ
    ﴿٤٩﴾
  • فَلَا يَسْتَطٖيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَࣖ
    ﴿٥٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾48﴿
Ve şöyle derler: “Şayet gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?”

﴾49﴿
Onlar, besbelli ki, birbirleriyle uğraşırken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar!

﴾50﴿
İşte o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler ne de ailelerine dönebilecekler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Peygamberlerin uyarılarını hafife alıp “Sözünü ettiğiniz o gün gelecekse gelsin artık!” kabilinden sözler söyleyen inatçı münkirleri hizaya getirecek tek şey, kendilerine iyi ve kötüyü özgürce seçme imkânının verildiği sınav ortamının kapanmasından sonra ilâhî bildirimlerdeki gerçeklerle yüzleşmeleri olacaktır. 49. âyette “korkunç bir ses” diye çevrilen sayha kelimesinin bu bağlamdaki anlamı, dünyanın sonu geldiğinde büyük meleklerden İsrâfil’e verilen görev gereği onun sûru ilk üflemesi sonucunda çıkacak dehşet verici sestir (Taberî, XXIII, 13-14; ayrıca bk. 29. âyetin tefsiri; sûr hakkında bk. En‘âm 6/73). Âyetin “birbirleriyle uğraşırken” anlamındaki kısmı, “dünya işlerine dalmışlarken, kendi aralarında çekişmekte iken, öldükten sonra dirilme konusunu tartışıp dururlarken, hak ehline karşı mücadele vermeye çalışırlarken” tarzında yorumlanmıştır (İbn Atıyye, IV, 456; Râzî, XXVI, 87; Şevkânî, IV, 427). Tefsirlerde genellikle, 50. âyetin “o anda onlar ne bir vasiyette bulunabilecekler...” mânasına gelen kısmıyla, geride bıraktıklarına ilişkin bir vasiyet yapma veya birbirlerine tövbe edip günahlardan kaçınma tavsiyesinde bulunma fırsatı dahi bulamayacaklarının kastedildiği belirtilir. Bu âyetin “... ne de ailelerine dönebilecekler” diye tercüme edilen kısmı için de şu yorumlar yapılmıştır: Ölüm anında ailesini yanında görmek isterler ama evlerine dönme imkânı bile verilmez; ailelerine bir mesaj iletme fırsatı dahi tanınmaz; aileleriyle ilişkileri tamamen kesilmiştir (İbn Atıyye, IV, 456-457; Şevkânî, IV, 427-428). Muhammed Esed bu cümleyi “ne de yakınlarına sığınabilecekler” şeklinde çevirmiştir (II, 902). Ölüm her bir fert açısından kıyametin kopması demek olduğundan, buradaki tasvirlerin ve karşılaşılacak durumların sırf dünyanın sonu geldiğinde mevcut bulunacak nesille ilgili olmayıp bütün insanları kapsadığı açıktır; bu tasvirler arasından sadece sûrun üflenmesiyle ilgili olanı kıyametin kopuşuna ilişkin bir anlatımdır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 501-502
 
Yâsîn Suresi - 51-54 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ
    ﴿٥١﴾
  • قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَاۘ ࣝهٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
    ﴿٥٢﴾
  • اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَمٖيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ
    ﴿٥٣﴾
  • فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
    ﴿٥٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾51﴿
Sûra üflenmiştir. Artık onlar kabirlerinden kalkıp rablerine doğru koşmaktadırlar.

﴾52﴿
Derler ki: “Vay başımıza gelenler! Bizi yattığımız yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği işte bu! Peygamberler gerçekten doğru söylemişler!”

﴾53﴿
Olup biten yalnızca bir ses! Ama ardından onların tamamı, birden toplanmış olarak işte huzurumuzdalar.

﴾54﴿
Bugün hiç kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz. Sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını görürsünüz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sûra üflenip insanlar yeniden canlandığında ve hızla mahşer yerine doğru giderlerken dünyada bu gerçeği inkâr edenlerin önce neye uğradıklarını bilemez bir halde birbirlerine olup biten hakkında soru sormaya çalışacakları, hemen ardından da durumu anlayıp derin bir pişmanlık içinde Allah’ın vaadinin ve peygamberlerin bildirdiklerinin doğru çıktığını itiraf edecekleri canlı bir anlatımla tasvir edilmekte; böylece öldükten sonra dirilmeye inanma çağrısı soyut bir iman esası düzeyinde bırakılmayıp aklı eren herkesin durum muhasebesi yapmasına ve konu üzerinde daha bir ilgiyle düşünmesine imkân verilmektedir. Ayrıca, öldükten sonra dirilmenin sırf geleceğe dönük bir korku motifi olarak algılanmaması için insanın fıtratındaki adalet duygusuna hitap edilmekte, haşir gününün temel özelliği olarak herkesin yüce Allah’ın şaşmaz adaletinin güvencesi altında bulunduğu, hiç kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmadan sadece yaptıklarının karşılığını göreceği belirtilmekte, dolayısıyla muhataplar dünya hayatından sonra böyle bir hesaba çekilmenin zaten gerekli ve hayata anlam kazandırıcı bir safha olacağını düşünmeye yönlendirilmektedir.
52. âyette geçen inkârcılara ait sözün –buradaki bir gramer özelliği dolayısıyla– “Vay başımıza gelenlere! Bizi yattığımız bu yerden kim diriltip kaldırdı? Rahmânın vaad ettiği (hakikatmiş), peygamberler de gerçekten doğru söylemişler” şeklinde anlaşılması da mümkündür (Râzî, XXVI, 89-90). Öte yandan, sadece soru kısmının inkârcılara ait, rahmânın vaadinin bu olduğuna ve peygamberlerin sözlerinin doğru çıktığına dair ifadenin ise melekler veya müminler tarafından onlara verilmiş cevap olması da muhtemeldir; Taberî, müminlerin sözü olması ihtimalini daha kuvvetli bulur (Taberî, XXIII,16-17; Şevkânî, IV, 428-429). “Yattığımız yer” mânasına gelen tamlamadan hareketle bazı müfessirler herkesin kendi öldüğü yerden, kabrinden kaldırılacağı yorumunu yapmışlarsa da, İbn Atıyye burada bir edebî sanat (istiâre ve teşbih) bulunduğunu, yoksa gerçek anlamıyla kabirlerin kastedilmediğini belirtir (IV, 458). 53. âyette “olup biten yalnızca bir ses” diye çevrilen cümledeki sayha, bu bağlamda kıyametin kopup hayatın sona ermesinden bir süre sonra, –yeniden dirilmeyi sağlayacak biçimde– sûrun ikinci defa üflenmesini ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 88; ayrıca bk. 49. âyetin tefsiri).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 504-505
 
Yâsîn Suresi - 55-58 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فٖي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ
    ﴿٥٥﴾
  • هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ فٖي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ
    ﴿٥٦﴾
  • لَهُمْ فٖيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ
    ﴿٥٧﴾
  • سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحٖيمٍ
    ﴿٥٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾55﴿
O gün cennetlikler safa sürmekle meşguldürler.

﴾56﴿
Kendileri ve eşleri gölgelik yerlerde, tahtlarına kurulacaklar.

﴾57﴿
Orada onlar için her tür meyve vardır ve bütün istekleri yerine getirilir.

﴾58﴿
Engin merhamet sahibi rabden gelen söz şu olacak: “Selâm size!”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Cennet ehlinin durumuna ilişkin genel bir tasvir içeren 55. âyetteki şuğul kelimesi sözlükte “meşguliyet, eğlenme, oyalanma” anlamına gelmekle beraber burada kastedilen mâna ile ilgili olarak değişik açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIII, 17-18; Râzî, XXVI, 91-92). Bu açıklamaların ortak noktası, cennetle ödüllendirilenlerin cehennemdekilerin karşılaştığı durumlardan uzak, asla sıkıcı olmayan ve eşsiz haz veren tatlı bir meşguliyet ve nimetler içinde olacakları şeklinde özetlenebilir; bu sebeple belirtilen kelimeyi içeren 55. âyet, “O gün cennetlikler safa sürmekle meşguldürler” diye çevrilmiştir. 57. âyetin ilk cümlesi lafzan “Orada onlar için meyve vardır” anlamına gelmektedir. Fakat ifadenin akışı ve bağlamı dikkate alındığında, “Orada onlar için her tür meyveden, yenecek içecek, haz verecek her nimetten bol miktarda vardır” mânasının kastedildiği anlaşılmaktadır (Şevkânî, IV, 431). 58. âyetle ilgili değişik izahlar bulunmakla beraber, burada önemli olan husus, cennet nimetleri hakkında yapılan tasvirlerden sonra, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış olma müjdesinin, belirtilen maddî nimetlerin hepsinden daha değerli olduğuna vurgu yapılmış olmasıdır. Meâlde esas alınan mânaya göre yapılan yorumlarda yüce Allah’ın selâm sözünün melekler vasıtasıyla veya vasıtasız olarak cennet ehline ulaştırılacağı belirtilir (Zemahşerî, III, 290). Farklı bir gramer tahliliyle buradaki selâm kelimesi 57. âyete de bağlanabilmekte ve bu kelimenin başka sözlük anlamlarına göre “istedikleri her şey saftır, şâibesizdir”, “istedikleri her şey verilecektir, teminat altındadır” veya “onlar için esenlik vardır” gibi mânalar verilebilmektedir (Râzî, XXVI, 94-95; Şevkânî, IV, 431; Cenâb-ı Allah’ın cennet ehlini selâmlaması, onlara ne istediklerini sorması ve onların da kendisinin hoşnutluğunu dilediklerini belirtmeleriyle ilgili bazı rivayetler için bk. Taberî, XXIII, 21-22; Elmalılı, VI, 4036-4037; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 505-506
 
Yâsîn Suresi - 59 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
    ﴿٥٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾59﴿
Ve “Ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!” (denir).

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu sözle ilgili belli başlı yorumlar şöyledir: İyi kişilerden ayrılın; tek başınıza durun; müminlerin arasına karışmayın; her türlü güzellikten mahrum kalın; her bir inkârcı grup ayrı ayrı dursun (Şevkânî, IV, 431-432). Müminlere söylenen güzel ve iltifatkâr söze mukabil günahkârlara da bu şekilde hitap edileceği, böylece 54. âyette belirtildiği üzere herkesin dünyada yaptıklarına göre muamele göreceği anlaşılmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 506
 
Geri
Üst