• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Vâkıa Suresi Anlamı Manası, Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Vâkıa Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 96 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elvâkı’a” kelimesinden almıştır. Vâkı’a, gerçekleşen, meydana gelen olay demektir. Burada kıyameti ifade etmektedir. Sûrede başlıca, kıyametin kopmasından önceki ve sonraki dehşetli hâller ve insanların amellerine göre içinde yer alacağı gruplar konu edilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada elli altıncı, iniş sırasına göre kırk altıncı sûredir. Tâhâ sûresinden sonra, Şuarâ sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Sadece 81-82. âyetlerinin Medine’de indiği rivayet edilmiştir; fakat bunların önceki ve sonraki âyetlerle konu ve üslûp açısından bir bütün oluşturması bu rivayetin gerçekliğinde tereddüt uyandırmaktadır (Derveze, III, 100). İbn Atıyye de bu sûredeki bazı âyetlerin Medine’de veya bir sefer sırasında indiğine dair rivayetlerin sağlam olmadığını belirtir (V, 238).

Konusu​


Kıyamet gününün gerçekliğinde asla kuşku duyulmaması gerektiği uyarısıyla başlayan sûrede geniş biçimde cennet ve cehennem tasvirleri yapılmakta; Allah Teâlâ’nın kudretinin kanıtlarından örnekler verilmekte, Kur’an’ın Allah katından indirilmiş bulunduğuna ve bunun insanlar için büyük bir nimet olduğuna dikkat çekilmektedir.
Mushaf sırasına göre bundan önce yer alan rahmân sûresiyle bu sûre arasında konu birliği açısından şöyle bağlar kurulmuştur: a) Önceki sûre Allah Teâlâ’nın celâl ve ikram (azamet ve kerem) sahibi olduğu belirtilerek sona ermiş, bu sûrede onun bu sıfatlarının tecellileri açıklanmıştır. b) Önceki sûrede Allah’ın nimetleri hatırlatılıp bunları yalan sayma tavrı ısrarla kınanmış, bu sûrede de kıyametin kopmasıyla artık bu gerçeğin inkâr edilemeyeceği bildirilip orada verilecek karşılıklardan söz edilmiş ve iş işten geçmeden bu gerçeğe uygun davranılması uyarısı yapılmıştır.
c) Önceki sûrede yükümlüler inkârcılar ve müminler şeklinde iki ana gruba ayrıldıktan sonra müminlere de derecelerine göre farklı nimetler (cennetler) verileceği bildirilmiş, bu sûrede de buna paralel üçlü bir tasnif yapılmıştır. d) Önceki sûrede göğün yarılmasından söz edilerek kıyamet tasvirine başlanmış, bu sûrede yerin sarsılması ve dağların toz duman olması haline değinilerek bu anlatım sürdürülmüştür (Râzî, XXIX, 139; Elmalılı, VII, 4699).

Fazileti​

 
Vâkıa Suresi - 1-10 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ
    ﴿١﴾
  • لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۘ
    ﴿٢﴾
  • خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ
    ﴿٣﴾
  • اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ
    ﴿٤﴾
  • وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ
    ﴿٥﴾
  • فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ
    ﴿٦﴾
  • وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًؕ
    ﴿٧﴾
  • فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِؕ
    ﴿٨﴾
  • وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِؕ
    ﴿٩﴾
  • وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ
    ﴿١٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾1﴿
Büyük olay gerçekleştiği zaman;

﴾2﴿
Artık onun vukuunu yalan sayacak kimse kalmayacaktır.

﴾3﴿
O, alçaltır, yükseltir.

﴾4﴿
Yer şiddetle sarsıldığı zaman;

﴾5-6﴿
Dağlar parçalanıp toz duman haline geldiği;

﴾7﴿
Sizler de üç gruba ayrıldığınız zaman:

﴾8﴿
Biri, amel defteri sağından verilenlerdir; ne mutlu o sağından verilenlere!

﴾9﴿
Diğeri amel defteri solundan verilenlerdir; ne bedbaht o solundan verilenler!

﴾10﴿
Önde olanlar; (erdem, amel ve ödülde) önde olanlar;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kıyamet sahneleriyle ilgili çarpıcı bir tasvire yer verildikten sonra, âhirette insanların üç gruba ayrılacakları belirtilmektedir. Bu gruplardan ilki, 8. âyette “ashâbü’l-meymene”, 27, 38, 90 ve 91. âyetlerde “ashâbü’l-yemîn” olarak adlandırılmış olup, Kur’an’daki başka açıklamalardan anlaşıldığına göre bu, “amel defteri sağ tarafından verilenler” demektir (bk. İsrâ 17/71; Hâkka 69/19; İnşikāk 84/7). İkinci grup 9. âyette “ashâbü’l-meş’eme” ve 41. âyette “ashâbü’ş-şimâl” olarak adlandırılmış, ayrıca 51 ve 92. âyetlerde “yoldan sapmış inkârcılar” diye anılmıştır. Bunlar amel defteri sol tarafından veya arka tarafından verilenlerdir (bk. Hâkka 69/25; İnşikāk 84/10). Üçüncü grup ise 10. âyette “es-sâbikūne’s-sâbikūn” (önde olanlar, o önde olanlar), 11 ve 88. âyetlerde “mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) şeklinde nitelenmiştir; bunların, amel defteri sağından verilenlerin önde gelen, mertebesi yüksek olan kesimi oldukları anlaşılmaktadır. Birinci grup için kullanılan “ashâbü’l-meymene” tamlamasındaki meymene kelimesi “uğur, bereket”, “ashâbü’l-meş’eme” tamlamasındaki meş’eme kelimesi “uğursuzluk” anlamına gelmekle beraber esasen bunlar da Araplar’da hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği telakkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça’da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanılır. Bazı müfessirler Hadîd sûresinin 12 ve Tahrîm sûresinin 8. âyetlerine dayanarak burada birinci gruptakilerin sağ yanlarının Allah’ın nuruyla aydınlanacağına işaret bulunduğu yorumunu yapmışlardır (Zemahşerî, IV, 56; Râzî, XXIX, 142–145). Bu bilgiler dikkate alınarak, –bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de– ashâbü’l-meymene ve ashâbü’l-yemîn tamlamaları için “Allah’ın hoşnut olduğu tavırları benimseyen, O’nun katında değerli kimseler” anlamını yansıtacak bir tercüme yapılması uygun olur. Bu sebeple, belirtilen âyetlerin meâllerinde bu deyimler “hakkın ve erdemin yanında olanlar” şeklinde çevrilmiştir. Aynı anlayışla, ashâbü’l-meş’eme ve ashâbü’ş-şimâl deyimleri de ilgili âyetlerde “bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar” şeklinde karşılanmıştır.
1. âyette geçen vâkıa kelimesi “meydana gelen, vukûu kesin olan önemli hâdise” demektir. Kıyametin geleceğinde kuşku bulunmadığı için bu kelimeyle anılmıştır. Müfessirlerin bir kısmı, “büyük olay gerçekleştiği zaman” ifadesinin devamında “göreceksiniz neler olacak!” gibi bir mânanın bulunduğunu düşünmüşlerdir. Buna göre 2. âyete “Ki onun meydana geleceğini kimse yalan sayamaz” şeklinde mâna vermek uygun olur. Yine bu âyetteki kâzibe kelimesinin cümledeki görevini farklı değerlendirerek “onun oluşu asla yalan değildir” anlamı da verilebilmektedir (Zemahşerî, IV, 55-56; İbn Atıyye, V, 238).
Bazı müfessirlere göre 3. âyette söz konusu edilen “alçaltma ve yükseltme” kıyametle birlikte evrende meydana gelecek fizikî değişikliklerle ilgili olup mevcut düzen ve dengenin altüst olacağı anlamındadır; bu yorum 5-6. âyetlerdeki tasvire uygun düşmektedir. Diğer bir yaklaşıma göre alçaltma ve yükseltme insan unsuruyla ilgilidir. Bu da iki farklı yorum ortaya çıkarmaktadır: a) Kıyametin kopması âhirette inkârcıları cehennemin aşağılarına düşürecek ve müminleri cennetin yukarılarına yükseltecektir; b) Kıyametin kopması bu dünyada büyüklenen nice kimseleri ve toplumları alçaltacak, rezil rüsvâ edecek, horlanan veya tevazu gösteren nicelerini de yüceltecektir (Taberî, XXVII, 166-167; Zemahşerî, IV, 56; İbn Atıyye, V, 239).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 218-220
 
Vâkıa Suresi - 11-26 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ
    ﴿١١﴾
  • فٖي جَنَّاتِ النَّعٖيمِ
    ﴿١٢﴾
  • ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَۙ
    ﴿١٣﴾
  • وَقَلٖيلٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَؕ
    ﴿١٤﴾
  • عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ
    ﴿١٥﴾
  • مُتَّكِـٖٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلٖينَ
    ﴿١٦﴾
  • يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ
    ﴿١٧﴾
  • بِاَكْوَابٍ وَاَبَارٖيقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَعٖينٍۙ
    ﴿١٨﴾
  • لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ
    ﴿١٩﴾
  • وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ
    ﴿٢٠﴾
  • وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَؕ
    ﴿٢١﴾
  • وَحُورٌ عٖينٌۙ
    ﴿٢٢﴾
  • كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ
    ﴿٢٣﴾
  • جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
    ﴿٢٤﴾
  • لَا يَسْمَعُونَ فٖيهَا لَغْواً وَلَا تَأْثٖيماًۙ
    ﴿٢٥﴾
  • اِلَّا قٖيلاً سَلَاماً سَلَاماً
    ﴿٢٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾11-12﴿
İşte onlar nimetlerle dolu cennetlerde Allah’a en yakın olanlardır.

﴾13﴿
Çoğu önce gelip geçmişlerden;

﴾14﴿
Birazı da sonrakilerdendir.

﴾15-16﴿
Karşılıklı olarak mücevherlerle işlenmiş tahtlar üstüne oturup kurulmuşlardır.

﴾17-18﴿
Çevrelerinde kaynaktan doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle sonsuza dek hizmet sunacak gençler dolaşır.

﴾19﴿
Bundan dolayı ne baş ağrısına tutulurlar ne de sarhoş olurlar.

﴾20﴿
Beğendikleri meyvelerle,

﴾21﴿
Ve canlarının çektiği kuş etleriyle.

﴾22﴿
Güzel gözlü hûriler;

﴾23﴿
Saklı inciler misali.

﴾24﴿
Yaptıklarının karşılığı olarak.

﴾25﴿
Orada ne boş bir söz işitirler ne de günaha sokacak bir şey.

﴾26﴿
Sadece şu söz: “Size esenlikler, size mutluluklar!”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Mukarrebûn” (Allah’a en yakın olanlar) diye nitelenen “es-sâbikūne’s-sâbikūn” (önde olanlar, o önde olanlar) grubu ile “Allah ve resulüne ilk iman edenler, ilk muhacirler, iki kıbleye doğru da namaz kılmış sahâbîler” şeklinde belirli kimselerin kastedildiği yorumları yapılmış olmakla beraber, İbn Atıyye esasen âyetin dünyada iken iyilik yapma ve kötülüklerden sakınma hususunda öncü konumunda olan ve âhiret mutluluğunda da en önde olmayı hak eden bütün insanları kapsadığını belirtir (diğer yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVII, 170-171; İbn Atıyye, V, 240; Şevkânî, V, 172).
13. âyette geçen ve “çoğu” diye tercüme edilen sülle kelimesi “az olsun çok olsun insan topluluğu”nu ifade eden bir kelimedir. Buna göre âyeti “bir kısmı öncekilerdendir” şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat sonrakilerden söz eden 14. âyette “birazı” dendiği için buna da “çoğu” anlamı verilmiştir. Burada Kur’an’ın muasırları ve sonrasını kapsayan bir tasniften söz edildiği kabul edilirse, “sâbikūn”dan çoğunun öncekilerden olduğunu izah kolaylaşır; zira bu grubun öncüleri sahâbe-i kirâmdır. Bu tasnifin geçmiş ümmetleri de kapsadığı kabul edildiğinde ise, gelip geçmişlerden “sâbikūn”un çokluğu, bütün peygamberleri içine almasıyla izah edilebilir (İbn Atıyye, V, 241).
15-26. âyetlerde ve daha sonra da 28-37. âyetlerde cennet nimetiyle ödüllendirilecek ve onurlandırılacak kimseleri bekleyen hayata ilişkin canlı tasvirlere yer verilmektedir. 17. âyette, dünyadaki tasavvurlarımıza göre hatıra gelebilecek bir soruya cevap verilmekte; cennette dünyada olduğu gibi bir kısım insanların diğerlerine hizmet vermesinin söz konusu olmayacağı, cennetle ödüllendirilen herkesin “hizmet edilen” konumunda bulunacağı, ikramları sunmak üzere –sonsuza dek genç kalacak– hizmetçiler tahsis edileceği bildirilmektedir (başka yorumlarla birlikte bk. Şevkânî, V, 173-174). 19. âyetteki cennet içkilerinin içenlere baş ağrısı vermeyeceğine dair ifade “toplantıları dağıtılmaz, ağızlarının tadını kaçıracak bir durumla karşılaşmazlar”, aynı içkinin sarhoşluk vermeyeceğine dair ifade ise “içtikleri tükenmez” mânalarıyla da açıklanmıştır (İbn Atıyye, V, 242; cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

Kaynak :
 
Vâkıa Suresi - 27-40 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَصْحَابُ الْيَمٖينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَمٖينِؕ
    ﴿٢٧﴾
  • فٖي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ
    ﴿٢٨﴾
  • وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ
    ﴿٢٩﴾
  • وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ
    ﴿٣٠﴾
  • وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ
    ﴿٣١﴾
  • وَفَاكِهَةٍ كَثٖيرَةٍۙ
    ﴿٣٢﴾
  • لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ
    ﴿٣٣﴾
  • وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍؕ
    ﴿٣٤﴾
  • اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ
    ﴿٣٥﴾
  • فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ
    ﴿٣٦﴾
  • عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ
    ﴿٣٧﴾
  • لِاَصْحَـابِ الْيَمٖينِؕࣖ
    ﴿٣٨﴾
  • ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّلٖينَۙ
    ﴿٣٩﴾
  • وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِرٖينَؕ
    ﴿٤٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾27﴿
Amel defteri sağından verilenler; ne mutlu o sağından verilenlere!

﴾28-29﴿
Onlar dalbastı kiraz ve meyve yüklü muz ağaçları arasında;

﴾30﴿
Kesintisiz gölgeler altında;

﴾31﴿
Çağlayanların kenarında;

﴾32-33﴿
Bitip tükenmeyen ve yasaklanmayan bol meyveler arasında;

﴾34﴿
Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar).

﴾35﴿
Şüphesiz biz onları (eşlerini) yepyeni bir yaratılışla yaratmışızdır.

﴾36-37﴿
Onları bâkire, eşlerine sevgiyle bağlı ve yaşıt kılmışızdır.

﴾38﴿
Bütün bunlar, hakkın ve erdemin yanında olanlar içindir.

﴾39﴿
Onların bir kısmı öncekilerdendir;

﴾40﴿
Bir kısmı da sonrakilerdendir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106).
28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245).
35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222
 
Vâkıa Suresi - 41-56 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِؕ
    ﴿٤١﴾
  • فٖي سَمُومٍ وَحَمٖيمٍۙ
    ﴿٤٢﴾
  • وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ
    ﴿٤٣﴾
  • لَا بَارِدٍ وَلَا كَرٖيمٍ
    ﴿٤٤﴾
  • اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَفٖينَۚ
    ﴿٤٥﴾
  • وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظٖيمِۚ
    ﴿٤٦﴾
  • وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
    ﴿٤٧﴾
  • اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ
    ﴿٤٨﴾
  • قُلْ اِنَّ الْاَوَّلٖينَ وَالْاٰخِرٖينَۙ
    ﴿٤٩﴾
  • لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى مٖيقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ
    ﴿٥٠﴾
  • ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ
    ﴿٥١﴾
  • لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ
    ﴿٥٢﴾
  • فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ
    ﴿٥٣﴾
  • فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمٖيمِۚ
    ﴿٥٤﴾
  • فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهٖيمِؕ
    ﴿٥٥﴾
  • هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّٖينِؕ
    ﴿٥٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾41﴿
Amel defteri solundan verilenler; ne bedbaht o solundan verilenler!

﴾42﴿
İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler.

﴾43-44﴿
Serin ve rahatlatıcı olmayan, kapkara bir duman gölgesindedirler.

﴾45﴿
Çünkü daha önce onlar hazlarına tutsak olmuşlardı.

﴾46﴿
O büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

﴾47﴿
Şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?

﴾48﴿
Üstelik gelip geçmiş atalarımız da mı?”

﴾49﴿
De ki: “Hem öncekiler hem sonrakiler;

﴾50﴿
Bilinen bir günün belirlenmiş bir vaktinde mutlaka bir araya getirilecekler!”

﴾51﴿
Sonra siz ey yoldan sapmış inkârcılar!

﴾52﴿
Mutlaka zakkum ağacından yiyeceksiniz.

﴾53﴿
Karınlarınızı onunla dolduracaksınız.

﴾54﴿
Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

﴾55﴿
Hem de susamış develerin suya kanmaz içişleriyle.

﴾56﴿
İşte hesap gününde onların ağırlanması böyle olacak!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu defa, âhireti inkâr ederek dünya hayatını boşa geçirenlerin acı âkıbeti ve içine düşecekleri vahim durumlar canlı bir anlatımla tasvir edilmektedir (cehennem hakkında bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, DİA, VII, 225-233).
45. âyetteki mütrefîn kelimesi –Kur’an’da aynı kökten gelen kelimelerin kullanımı da dikkate alınarak– genellikle “sahip olduğu imkânlardan ötürü, refah içinde şımaran insanlar” mânasında anlaşılmıştır. Bu bağlamda kelimeyi “Allah’a şirk koşanlar” veya “kibirlenenler” şeklinde yorumlayan müfessirler de vardır (Şevkânî, V, 178). Râzî’nin dikkate değer açıklamasından da (XXIX, 170-171) yararlanarak bu konuda şöyle bir değerlendirme yapılabilir: Amel defteri solundan verilecek cehennemlikler hep zenginlerden olmayacağına göre burada kötülenen şey, insanların nimetler içinde olması değildir; asıl eleştirilen tutum, müteakip âyette değinilen, günahta ve inkârcılıkta ısrar etmektir. Esasen yoksulluk ve zenginlik hem toplumsal şartlara hem de kişinin algılamasına göre izâfîlik taşır ve hemen bütün insanlar –sahip oldukları imkânlar çerçevesinde– nimetin asıl sahibini görmezden geliyorsa “mütref” olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, burada eleştirilenler, âhiret endişesi taşımayan, ahlâkî değerlere sırt çevirerek gününü gün eden, böylece hazlarının tutsağı haline gelen ve ebedî kurtuluşları için ellerindeki en büyük fırsat olan ömürlerini hoyratça tüketenlerdir.
46. âyetin meâlinde hıns kelimesinin “günah” anlamı esas alınmıştır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada, cehennemliklerin Lokman sûresinin 13. âyetinde en büyük günah olarak nitelenen şirk (Allah’a ortak koşma) üzerindeki inatçı tavırlarından söz edilmektedir. Bu kelimenin “yemini bozma” anlamından hareketle âyet, “Onlar o büyük yeminlerini bozmamakta ısrarcı davranıyorlardı” şeklinde de çevrilebilir; bu takdirde Nahl sûresinin 38. âyetinde belirtildiği üzere müşriklerin, “Allah’ın ölen birini diriltmeyeceğine dair en büyük yeminleri etmeleri”ne atıfta bulunulmuş olur (İbn Atıyye, V, 246; zakkum ağacı hakkında bilgi için bk. Sâffât 37/62-65).

Kaynak :
 
Vâkıa Suresi - 57-74 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَࣖ
    ﴿٥٧﴾
  • اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَؕ
    ﴿٥٨﴾
  • ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ
    ﴿٥٩﴾
  • نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقٖينَۙ
    ﴿٦٠﴾
  • عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ فٖي مَا لَا تَعْلَمُونَ
    ﴿٦١﴾
  • وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ
    ﴿٦٢﴾
  • اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَؕ
    ﴿٦٣﴾
  • ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ
    ﴿٦٤﴾
  • لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ
    ﴿٦٥﴾
  • اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ
    ﴿٦٦﴾
  • بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
    ﴿٦٧﴾
  • اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذٖي تَشْرَبُونَؕ
    ﴿٦٨﴾
  • ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ
    ﴿٦٩﴾
  • لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ
    ﴿٧٠﴾
  • اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّتٖي تُورُونَؕ
    ﴿٧١﴾
  • ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ
    ﴿٧٢﴾
  • نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْوٖينَۚ
    ﴿٧٣﴾
  • فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِࣖ
    ﴿٧٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾57﴿
Sizi biz yarattık; artık inansanıza!

﴾58﴿
Akıttığınız meniyi düşündünüz mü?

﴾59﴿
Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa biz miyiz yaratan?

﴾60-61﴿
Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez.

﴾62﴿
Hiç kuşkusuz ilk yaratılışınızı biliyorsunuz; düşünüp ibret alsanıza!

﴾63﴿
Ektiğiniz tohumu düşündünüz mü?

﴾64﴿
Onu siz mi bitiriyorsunuz yoksa biz miyiz bitiren?

﴾65﴿
Dileseydik onu kuru bir çöpe çevirirdik de şaşırır kalırdınız:

﴾66﴿
“Doğrusu çok zarara uğradık!

﴾67﴿
Daha doğrusu büsbütün mahrum kaldık” (derdiniz).

﴾68﴿
İçtiğiniz suyu düşündünüz mü?

﴾69﴿
Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren?

﴾70﴿
Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?

﴾71﴿
Tutuşturmakta olduğunuz ateşi düşündünüz mü?

﴾72﴿
Onun ağacını siz mi yarattınız yoksa yaratan biz miyiz?

﴾73﴿
Biz onu çöl yolcularına ve açlık çekenlere bir işaret ve nimet kıldık.

﴾74﴿
Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ’nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.
61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, “Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez” şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: “Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik.” Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz” (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbn Âşûr “Aranızda ölümü biz takdir ettik” cümlesinde “hakkınızda” değil, “aranızda” denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).
72. âyette geçen “ağaç” anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla “çöl yolcuları ve açlık çekenler” diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde “işaret” anlamı verilmiştir, Mücâhid’in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi “ibret” mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah’ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O’nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana “Allah’ın göklerin ve yerin nûru olduğu”nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).
74. âyetteki azîm kelimesi genellikle “rab” kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde “Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et” anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu “isim” kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: “Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et” (İbn Atıyye, V, 255).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 225-227
 
Vâkıa Suresi - 75-80 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ
    ﴿٧٥﴾
  • وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظٖيمٌۙ
    ﴿٧٦﴾
  • اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَرٖيمٌۙ
    ﴿٧٧﴾
  • فٖي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ
    ﴿٧٨﴾
  • لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَؕ
    ﴿٧٩﴾
  • تَنْزٖيلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
    ﴿٨٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾75﴿
Bakın! Yıldızların yerlerine yemin ederim,

﴾76﴿
Ki bilseniz, bu gerçekten pek büyük bir yemindir.

﴾77﴿
Kuşkusuz o, değeri çok yüce Kur’an’dır.

﴾78﴿
(Aslı) korunmuş bir kitaptadır.

﴾79﴿
Ona ancak tertemiz olanlar (melekler) dokunabilir.

﴾80﴿
O, âlemlerin rabbinden indirilmiştir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İlk âyette “yıldızların yerleri” diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok “yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler” ve özellikle “kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler” mânalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada “Kur’an’ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları”nın veya “Kur’an’ın muhkem âyetleri”nin yahut “Kur’an’ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı”nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Râzî, maksadın “Kur’an’ın girdiği kalpler” olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte “yıldızların düştüğü yerler” anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur’an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının “kara delik” tabir ettikleri “büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri”ne veya “yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar”a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah’ın yemin etmesi ve Kur’an’da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6).
77. âyette Kur’an, “mertebesi yüksek, değerli, yüce” anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilâhî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlâk ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve “korunmuş bir kitaptadır” diye tercüme edilen ifade Kur’an’ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan mânevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki “kitap” kelimesinden maksat “levh-i mahfûz”dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah’ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere “dokunabilmeleri” o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. âyetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur’an’ın –Resûlullah’tan işitildiği şekliyle– lafızları ve mânaları, Allah’ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah’ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O’nun ilmini ifade eden “kitap” kelimesi “saklı, korunmuş” anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; “kitap” kelimesinin kullanılması da O’nun ilminin sâbit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. âyetteki “temizlenenler” anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. âyetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki “dokunma” anlamına gelen mess kelimesi, Kur’an’ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kâhin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kâhinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber’in de Kur’an’ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi.
Kur’an’ın Allah Teâlâ tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve âyette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur’an âyetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber’den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta’, “Kur’an”, 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbâs, Dâvûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkânî, V, 186; a.mlf., Neylü’l-Evtâr, I, 225-227, 246-248; İbn Âşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur’an’la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur’an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur’an’ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.

Kaynak :
 
Vâkıa Suresi - 81-82 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَفَبِهٰذَا الْحَدٖيثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ
    ﴿٨١﴾
  • وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ
    ﴿٨٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾81﴿
Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?

﴾82﴿
Size verilen rızka yalanlamayla mı karşılık veriyorsunuz?

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müfessirler genellikle, 81. âyetteki (“söz” şeklinde çevrilen) hadîs kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği, 82. âyette de inkârcıların verilen nimetlere şükredecekleri yerde bunların Allah’tan geldiğini yalanlama yoluna girmelerinin eleştirildiği kanaatindedirler. Nimete nankörlük hususunda da çoğunlukla, yağmurun yağmasını birtakım yıldızların gücüne izâfe edici sözler söyleyenler örnek gösterilir. Bazı müfessirler ise bu âyetlerden şu mânaları çıkarmışlardır: Siz yukarıda söylenenleri mi veya öldükten sonra diriltileceğinize dair sözü mü hafife alıyorsunuz? Bu Kur’an’dan nasibiniz yalancılıkla itham etmekten ibaret mi olacak veya yalancılıkla ithamı bir rızık, bir gıda yahut geçim kaynağı mı görüyorsunuz? (Râzî, XXIX, 197-198; Şevkânî, V, 186-187).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
 
Vâkıa Suresi - 83-87 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ
    ﴿٨٣﴾
  • وَاَنْتُمْ حٖينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ
    ﴿٨٤﴾
  • وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُبْصِرُونَ
    ﴿٨٥﴾
  • فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَدٖينٖينَۙ
    ﴿٨٦﴾
  • تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ
    ﴿٨٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾83﴿
Ama can boğaza gelip dayandığında;

﴾84﴿
İşte o zaman siz (çaresiz) bakar durursunuz.

﴾85﴿
Biz ona sizden yakınız, fakat göremezsiniz.

﴾86﴿
Madem ki kimsenin hâkimiyeti altında değilmişsiniz;

﴾87﴿
Haydi onu (hayatı) geri döndürün, sözünüzde doğruysanız!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Öldükten sonra diriltilmeyi ve âhiret hayatını inkârda inat edenler, kimsenin kaçamadığı ölüm gerçeği üzerinde düşünmeye, Allah’ın kulları üzerindeki mutlak gücü ve hâkimiyetini kabullenmek istemeyenler öleni geri döndürmeye çağırılmaktadır. 86. âyet “madem ki hesaba çekilmeyecekmişsiniz” veya “madem ki ceza görmeyecekmişsiniz” mânalarında da anlaşılmıştır (Râzî, XXIX, 200-201; İbn Âşûr, XXVII, 345-346; ayrıca bk. Kāf 50/16-17).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
 
Vâkıa Suresi - 88-95 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبٖينَۙ
    ﴿٨٨﴾
  • فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعٖيمٍ
    ﴿٨٩﴾
  • وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَمٖينِۙ
    ﴿٩٠﴾
  • فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَمٖينِ
    ﴿٩١﴾
  • وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبٖينَ الضَّٓالّٖينَۙ
    ﴿٩٢﴾
  • فَنُزُلٌ مِنْ حَمٖيمٍۙ
    ﴿٩٣﴾
  • وَتَصْلِيَةُ جَحٖيمٍۙ
    ﴿٩٤﴾
  • اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقٖينِۚ
    ﴿٩٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾88﴿
Şayet o, Allah’a yakın olanlardan ise;

﴾89﴿
Ona huzur, güzel nasip ve nimetlerle dolu cennet vardır.

﴾90-91﴿
Eğer amel defteri sağından verilenlerden ise, (ona şöyle denir “Selâm sana ey hakkın ve erdemin yanında olmuş kişi!”

﴾92﴿
Ama yoldan sapmış inkârcılardan ise;

﴾93-94﴿
Onu da kaynar sudan bir ziyafet ve atılacağı cehennem ateşi beklemektedir!

﴾95﴿
Şüphesiz bu kesin gerçeğin ta kendisidir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Ölüm gerçeğinin ardından gelecek bir gerçek daha var ki o da sûrenin başında belirtildiği şekilde herkesin bu dünyada yaptıklarına göre bir gruplandırmaya tâb^ tutulup ona uygun muamele göreceğidir. 95. âyette geçen “hakku’l-yak^n” tamlaması konusunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Esasen aynı mânaya gelen bu iki kelimenin pekiştirme amacıyla birbirine izâfet yapıldığı anlaşılmaktadır (bk. İbn Atıyye, V, 254-255; Râzî, XXIX, 203-204); bu sebeple meâlde “gerçeğin ta kendisi” şeklinde karşılanmıştır (ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/18).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 231
 
Vâkıa Suresi - 96 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظٖيمِ
    ﴿٩٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾96﴿
Öyleyse ulu rabbinin ismini tesbih et.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Âhirette insanların üç gruba ayrılmalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi verilmesini takiben 74. âyette yapıldığı gibi, burada da (88-95. âyetlerde anılan grupların hatırlatılmasının ardından) Resûlullah’ın şahsında onun yolunu izleyenlerden, inkârcıların tutumu ne olursa olsun, Allah’ı O’na yaraşır biçimde anmaya, O’nu her türlü noksanlıktan tenzih etmeye devam etmeleri istenerek sûre sona ermektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 232
 
Geri
Üst