• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Mü'minûn Suresi Anlamı Meali Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Mü'minûn Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 118 âyettir. Sûre, adını birinci âyette geçen “elMü’minûn” kelimesinden almıştır. “el-Mü’minûn”, mü’minler demektir. Müşriklere son uyarı niteliğindeki bu sûrede, mü’minlerin zafere ulaşacakları, kötülerin cezaya çarptırılacağı konu edilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada yirmi üçüncü, iniş sırasına göre yetmiş dördüncü sûredir. Enbiyâ sûresinden sonra, Secde sûresinden önce Mekke’de inmiştir.


Konusu​


Mü’minûn sûresinin öncelikli konusu inananların üstün nitelikleridir. Daha sonra her bir insanın anne karnındaki oluşum süreci, Hz. Nûh ve adı verilmeyen bir peygamber ile Mûsâ ve Hârûn hakkında ibretli bilgiler, tebliğlerinin ortak noktaları, peygamberlerin yolundan giden ümmetlerin ve onların yolundan sapan inkârcıların başlıca özellikleri, Mekke putperestlerinin, sorulduğunda Allah’ın yaratıcı gücünü kabul etmelerine rağmen O’na ortak koşmaları ve âhirete inanmamaları, bunların âhiretteki acıklı durumları, pişmanlıkları ve karşılık bulmayacak dilekleri hakkında açıklamalar yapılmaktadır. Sûre, “Rabbim! Beni bağışla, bana merhamet et; sen merhametli olanların en üstünüsün!” meâlindeki dua cümlesiyle son bulur.

Fazileti​


Hz. Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre Resûlullah, bir ara olağan üstü vahiy hallerinden birini yaşarken kıbleye dönüp ellerini kaldırarak, “Allahım! Bize nimetini arttır, eksiltme; bizi onurlandır, alçaltma; bize ihsan et, mahrum etme; bizi seçkin kıl (düşmanlarımıza karşı) zayıf duruma düşürme; bizden hoşnut ol ve bizi senden hoşnut kıl!” diye dua ettikten sonra, “Şu anda bana on âyet indi; kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” buyurmuş, ardından da bu sûrenin ilk on âyetini okumuştur (Müsned, I, 34).
 

Mü'minûn Suresi 1. Ayet Tefsiri​


Ayet​


  • قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ
    ﴿١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾1﴿
Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu bölümdeki on bir âyette İslâm’ın ibadet ve ahlâk alanlarında vazgeçilmez saydığı ilkelerin yanı sıra mümin kavramının içeriği özetlenmekte, kadın olsun erkek olsun “Ben müminim, müslümanım” diyen her insanın, bu ifadesinin anlamlı hale gelebilmesi için kendisinden beklenen yaşama modeli ortaya konmaktadır. Sûrenin ileriki âyetlerinde âhireti inkâr edenlerin iddiaları geniş olarak ortaya konup bunların eleştirildiği dikkate alındığında buradaki “kurtuluş”un öncelikle âhiret kurtuluşu ve esenliği olduğu anlaşılır. Nitekim 11. âyet ile yukarıda sûrenin fazileti dolayısıyla aktardığımız hadisteki “... Kim bu âyetlerin gereğini yaparsa cennete girecektir” ifadesi de bunu göstermektedir. Ayrıca doğru inanç ve düzgün yaşayışın sadece âhiret için değil aynı zamanda dünya mutluluğu ve esenliği için de gerekli olduğunu gerek naklî deliller gerekse insanlığın tecrübesi gösterdiğine göre bu âyetlerin dünyadaki kurtuluşun bir reçetesini verdiği de muhakkaktır.
 
Mü'minûn Suresi - 2 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَلَّذٖينَ هُمْ فٖي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ
    ﴿٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾2﴿
Ki onlar, namazlarında derin bir saygı hali yaşarlar;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Namazda derin saygı hali yaşamak” kurtuluşun imandan sonraki ilk şartı olarak gösterilmiştir. Daha yakından bakıldığında bu âyette kurtuluşun şartlarından ikisine işaret edilmektedir. Namaz ve huşû. Bununla birlikte asıl vurgunun “derin saygı” diye çevirdiğimiz huşû kavramına yapıldığı görülmektedir. Taberî buradaki huşû kelimesini, “kulun namaz kılarak Allah’a itaatini, saygısını sergilemesi, namaz kılmak suretiyle Allah’ın emrini yerine getirmesi” şeklinde açıklar (XVIII, 1, 3). Âyetin ifadesindeki asıl tanımlayıcı öge “saygı” (huşû, Taberî’nin açıklamasına göre tezellül, hudû‘) kavramıdır. Kuşkusuz namaz İslâm’ın temel ibadetlerinden biri ve kulun Allah’a yönelişinin, O’nunla birlikteliğinin en anlamlı ifadesidir. Fakat sembolik yönü de olan namazın bu mânevî derinliği kazanabilmesi için bedensel hareketler, dilin âyet ve duaların lafızlarını okuması yeterli değildir; bu şeklî kalıpların kalpteki kulluk niyeti ve bilinci ile bütünleştirilmesi, Allah’a saygı şuuruyla anlamlı hale getirilmesi gerekir. İbadetin ve özellikle namazın bu ruhî ve mânevî boyutu Kur’an dilinde huşû, takvâ gibi terimlerle ifade edilmiştir. Burada huşû kavramı ayrıca itikadî ve ahlâkî bir anlam da taşımaktadır. Çünkü Allah’a inanmayanın O’na huşû ile yönelmesi beklenemez; böyle birinin inanmadığı, dolayısıyla bir saygı hissi beslemediği halde namaz kılıyor, ibadet ediyor görünmesi ise din dilindeki deyimiyle “münafıklık”tır. Münafıklık ise dinî konularda için ve dışın, özün ve sözün birbirine uymamasıdır, dolayısıyla tam bir ahlâk bozukluğu ve erdemsizliktir. Sonuç olarak âyette ibadetin kurtuluşa götürebilmesi için hem formunun hem de içeriğinin önemine işaret edilmiş bulunmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 9-10
 
Mü'minûn Suresi - 3 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالَّذٖينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ
    ﴿٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾3﴿
Anlamsız, yararsız söz ve davranışlardan uzak dururlar;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Meâlinde “anlamsız ve yararsız” diye çevirdiğimiz lağiv kelimesi sözlükte “boş ve mânasız söz ve davranış”anlamına gelir. Taberî’nin belirttiği gibi (XVII, 3) kelime burada Allah’ın kullarında görmek istemediği her türlü boş ve yanlış (bâtıl) tutum ve davranışları ifade etmektedir. Hasan-ı Basrî’nin bu kelimeyi bütün günahları içeren bir kavram olarak daha geniş bir muhtevada açıkladığı bildirilmektedir (Kurtubî, XII, 112).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 10
 
Mü'minûn Suresi - 4 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالَّذٖينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ
    ﴿٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾4﴿
Zekâtı verirler;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İslâm’ın beş temel şartından biri olan zekât ibadetinin, Mekkî olan bu sûrenin inmesinden sonra Medine’de farz kılındığı bilinmektedir. Şu halde buradaki zekât kelimesi geniş anlamıyla sadaka yerine kullanılmış olmalıdır. Kur’an-ı Kerîm’de zekât ve sadaka kelimelerinin zaman zaman birbirinin yerine kullanıldığı görülür. Nitekim farz olan zekâtın kimlere verileceğini açıklayan âyette de zekât yerine sadaka kelimesi kullanılmıştır (Tevbe 9/60). Zekât ibadeti Medine’de farz kılınmakla birlikte Mekke döneminde inen âyetlerde de sadaka, zekât, infak, ihsan, it‘âm gibi kelimelerle müslümanlar malî yardımlaşmaya teşvik edilmekte, bunun üzerinde önemle durulmakta idi.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 10
 
Mü'minûn Suresi - 5-7 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالَّذٖينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ
    ﴿٥﴾
  • اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومٖينَۚ
    ﴿٦﴾
  • فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ
    ﴿٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾5﴿
İffetlerini korurlar;

﴾6﴿
Sadece eşleriyle veya ellerinin altında olanlarla (câriyelerle) yetinirler, bundan dolayı da kınanacak değillerdir.

﴾7﴿
Ama her kim bunun ötesine geçmek isterse işte haddi aşanlar onlardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İffetin korunması, İslâm’ın temel ahlâk buyruklarından biri olup, bu âyetler grubunda sayılan diğer niteliklerde olduğu gibi hem erkekleri hem de kadınları kapsamaktadır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1310). İslâm’da hayatın çeşitli alanlarına dair pek çok düzenleme, Kur’an ve Sünnet’te ortaya konan genel ilkeler, amaçlar ve örnekler çerçevesinde ihtiyaçlara, zaman ve şartlara göre İslâm toplumunun takdirine bırakılırken evlenme ve aile ile ilgili belli başlı hukukî düzenlemelerin doğrudan Kur’an tarafından belirlenmiş olması, İslâm dininin iffet konusundaki duyarlılığının bir ifadesidir. Bu duyarlılık zamanla İslâm toplumlarının genel ahlâk ve iffet telakkilerine de yansımış; bu toplumların karakterini belirleyen aile, namus ve iffet anlayışının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte sonraki ahlâk ve fıkıh kitaplarında bu hususta aşırıya kaçan bir hassasiyetin geliştirildiği; fitne, sedd-i zerîa, ta‘zîr gibi kavramların bazan amacının dışına taşırıldığı, böylece Kur’an’ın esas aldığı iffeti koruma hedefini taşan aşırı bir anlayışla hayatın doğal gelişiminin kısıtlandığı da bilinmektedir. Bu zihniyet, giderek daha çok kadınların aleyhine baskıcı uygulamaların süreklilik kazanmasına, buna bağlı olarak bazı ahlâkî sapmalara vb. olumsuzluklara da zemin hazırlamıştır.
Kur’an’da ve diğer temel İslâmî kaynaklarda kadın olsun erkek olsun her müslümanın, cinsel ihtiyacını karşılamada kendi eşiyle yetinmesi kesin bir hüküm olarak konulmuş; bu hükümlerle çelişen her türlü uygulama gayri meşrû kabul edilmiş, aykırı davranışlar için ağır yaptırımlar getirilmiştir. Bundan başka İslâm’ın geçmişten devraldığı, –öyle anlaşılıyor ki Kur’an ve Sünnet’in bütününden çıkan insanlık anlayışıyla, insan onur ve haysiyetiyle bağdaşır görmediği için zaman içinde ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler getirdiği– kölelik uygulamasının bir sonucu olarak, fakat belirli kurallara uymak kaydıyla câriyelerden yararlanma da meşrû kılınmıştır. Âyetin “ellerinin altında olanlar” şeklinde çevrilen kısmı, “câriyeler” anlamında kabul edilmiş ve bu sınırlı durumla ilgili fıkhî düzenlemenin temellerinden birini oluşturmuştur (câriyeler hakkındaki hükmün uygulanmasıyla ilgili farklı görüşler için bk. Nisâ 4/24). Ancak İslâm’ın hedefine uygun olarak günümüzde kölelik kurumu ortadan kalktığı için bu konuyla ilgili hükümlerin uygulanmasına da fiilen ihtiyaç kalmamıştır.
Bazı Sünnî âlimler, “belli bir sûreyle sınırlı evlenme” anlamındaki müt‘a nikâhının haram olduğu yolundaki görüşlerini bu âyetlerin sınırlayıcı ifadesine dayandırmışlardır (bk. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1310; Kurtubî, XII, 113, Mut‘a nikâhı hakkında bk. Nisâ 4/24).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 11-12
 
Mü'minûn Suresi - 8 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالَّذٖينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ
    ﴿٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾8﴿
Yine o müminler emanetlerine ve ahidlerine sadakat gösterirler;

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müfessirler, buradaki emanet ve ahid kavramlarının hem insanlar tarafından korunması ve esirgenmesi için bırakılan nesneler, riayet edilmesi istenen sözleşmeler gibi maddî ve mânevî emanetleri, görevleri hem de Allah’ın kullarına yönelttiği ve kulun iman ikrarıyla uymayı taahhüt ettiği ilâhî hükümleri kapsadığını belirtirler. Buna göre meselâ birine korunması için bırakılan mal gibi Allah’ın müminden yerine getirmesini istediği namaz, oruç vb. ibadetler de birer emanettir (Râzî, XXIII, 81)

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 12
 
Mü'minûn Suresi - 9 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَالَّذٖينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۘ
    ﴿٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾9﴿
Namazlarını titizlikle eda ederler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Titizlikle ifa etme” diye çevirdiğimiz muhâfaza kavramı sözlükte “devam etmek, riayet etmek, gözetmek” anlamına gelir. Yukarıda (2. âyet) namazı huşû ile kılmanın önemine işaret edilmişti; burada ise namazı vakitlerine, kurallarına riayet ederek kılmanın önemine dikkat çekilmiştir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hfz” md.; Kurtubî, XIII, 115).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 12
 
Mü'minûn Suresi - 10-11 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ
    ﴿١٠﴾
  • اَلَّذٖينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَؕ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ
    ﴿١١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾10﴿
İşte vâris olacaklar bunlardır;

﴾11﴿
Firdevs cennetine vâris olacaklar ve orada onlar ebedî kalacaklardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Firdevs kelimesinin menşei ve anlamı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Araplar’ın bu kelimeyi İslâm’dan önce de kullandıkları söylenmektedir. Kelimenin aslının Pehlevîce (Eski Farsça) “etrafı duvarla çevrili yer” anlamında pairi-daeza olduğu, bunun paradeisos şeklinde Grekçe’ye, oradan da firdevs şeklinde Arapça’ya geçtiği söylenmektedir. İslâmî kaynaklarda firdevs kelimesi cennetin tamamı veya bir bölümü için kullanılmaktadır. Cennetin ortası ya da en yüksek yeri olduğuna dair değişik rivayetler vardır (bilgi için bk. M. Said Özervarlı, “Firdevs”, DİA, XIII, 123-124). Müfessirlerin de kaydettiği bir hadise göre Hz. Peygamber, “Âhirette her insanın, biri cennette biri de cehennemde olmak üzere iki yeri vardır; inkârcılar ölünce cehenneme atılacakları için müminler cennetteki kendi makamları yanında inkârcılar için hazırlanmış olan makamlara da vâris olacaklar” buyurmuş, ardından da bu iki âyeti okumuştur (İbn Mâce, “Zühd”, 39; İbn Kesîr, V, 459).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 12
 
Mü'minûn Suresi - 12-14 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طٖينٍۚ
    ﴿١٢﴾
  • ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فٖي قَرَارٍ مَكٖينٍࣕ
    ﴿١٣﴾
  • ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماًࣗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً اٰخَرَؕ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَؕ
    ﴿١٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾12﴿
Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz;

﴾13﴿
Sonra onu sağlam bir korunakta nutfe haline getiriyoruz.

﴾14﴿
Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir varlık halinde inşa ediyoruz. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu bölümde geçen “yaratıyoruz, getiriyoruz” gibi fiillerin asılları âyetlerin metninde geçmiş zamanlıdır. Kur’an’da verilen bilginin kesinliğine işaret etmek gibi bazı sebeplerle şimdiki, gelecek veya geniş zaman yerine geçmiş zaman fiilinin kullanıldığı bilinmektedir. Konumuz olan âyetlerde her bir insanın yaratılış süreci anlatıldığı ve bu süreç devam ettiği için buradaki fiillerin şimdiki zaman şekliyle çevrilmesi daha uygun görüldü.
“Çamurdan alınmış bir öz” diye tercüme ettiğimiz 12. âyetteki sülâle kelimesi, sözlükte “bir şeyin içinden çekip çıkarılan nesne” anlamına gelir; burada ise toprakta bulunan ve insan bedeninin oluşumuna yarayan organik ve inorganik maddeler, besinler için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Zira erkekte ve kadında üremeyi sağlayan unsurların (sperm ve yumurta) oluşması sonuçta beslenmeye bağlıdır. Şu halde sadece ilk insanın değil, diğer bütün insanların varlığının aslı da topraktandır. Erkeğin sperminin kadının rahim kanalında onun yumurtasını aşılamasından sonra insanın bu ilk maddesi, âyette “sağlam korunak” deyimiyle ifade edilen rahme gelir. Nutfe ile bu aşamadaki döllenmiş hücre (zigot) kastedilmektedir. Bu hücrelerin bazı uzantılar çıkararak rahim iç zarına asılıp tutundukları ve bir iki gün bu vaziyette kaldıkları günümüzde elektro mikroskop sayesinde gözlenebilmektedir. İşte hücrenin rahim cidarındaki bu asılı vaziyetine âyette, –kelimenin sözlük anlamına uygun olarak– alaka denilmiştir. Bu suretle rahimde gelişimini sürdüren embriyo, önce –âyet metninde mudga denilen– şekilsiz etimsi bir parçaya dönüşür; zamanla kemikler oluşur, kemikler kas, damar ve sinirlerle, bunlar da etle kaplanarak insan bedeninin oluşumu tamamlanır.
Bu âyetlerde topraktan, dolayısıyla toprakta beslenip büyüyen bitkilerden alınan besin aşamasından başlayarak ana karnında ete kemiğe bürünmesine, tam bir beden halini almasına varıncaya kadar her bir insanın biyolojik yaratılış ve oluşum süreci özetlenmiştir. Böylece insan, bir yandan bedeninin menşei yönüyle basit bir topraktır; fakat öte yandan Allah’ın kendisine bağışladığı duyu, akıl gibi meleke ve özellikler sayesinde madde üstü bir yönü olan varlıktır. “Nihayet onu bambaşka bir yaratık halinde inşa ediyoruz” cümlesi insanın fizyolojik oluşum ve gelişimi yanında onu diğer canlılardan ayıran psikolojik ve mânevî donanımını da kazanarak eksiksiz, bağımsız bir kişilik halini almasını ifade eder. Âyette Allah’ın insanoğluna bütün bu ihsanları hatırlatılmakta ve dolaylı olarak ondan yaratıcısını tanıyıp şükran borcunu yerine getirmesi istenmektedir.
Tabiattaki bütün canlılar içinde gerek biyolojik gerekse psikolojik yönden en gelişmiş canlı kabul edilen insan, bilebildiğimiz kadarıyla Allah’ın dünyadaki en büyük eseri olduğu için, bu âyetlerde insanın yaratılış serüvenini özetleyen ifadelerin ardından yüce yaratıcı, “Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir” buyurarak âdeta en güzel eseriyle övünmüştür. Bu da Kur’an’ın insana verdiği büyük değerin bir ifadesidir.
Halk (yaratma) kökünden gelen hâlik kelimesi 14. âyette çoğul şekliyle (hâlikîn) kullanılarak yaratmanın Allah’tan başkasına da nisbet edildiği görülmektedir. Tefsirlerde Araplar’ın halk kavramını, “bir şey yapma, üretme” (sun‘) anlamında insanlara nisbet ederek kullandıkları da bildirilmektedir. Bununla birlikte söz konusu kavram müslümanlar arasında zamanla sadece Allah için kullanılmış, O’ndan başkasına nisbet edilmesi kulluk edebine aykırı görülmüştür.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 13-15
 
Mü'minûn Suresi - 15-16 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَؕ
    ﴿١٥﴾
  • ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ
    ﴿١٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾15﴿
Sonra siz bunun ardından mutlaka öleceksiniz.

﴾16﴿
Sonra da kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yukarıdaki âyetlerde insanın değerinin ardından onun ölümlü bir varlık olduğu, ancak kıyamet gününde yeniden diriltileceği, dolayısıyla yapıp ettiklerinden sorguya çekileceği hatırlatılmaktadır. Şu halde insan belirtilen konumuna güvenip aldanmamalı, aksine bu durumun, onun sorumluluğunu ağırlaştırdığını bilip bunun için hazırlıklı olmalıdır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 15
 
Mü'minûn Suresi - 17 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَࣗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِلٖينَ
    ﴿١٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾17﴿
Andolsun biz üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratılanlardan habersiz değiliz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanın ölümlülüğünü ve yeniden diriltileceğini bildiren açıklamanın ardından bu âyetler grubunda hem yeniden dirilmesi konusunda zihinlere doğabilecek kuşkuların giderilmesi ve Allah’ın yeniden diriltmekten âciz olmadığının hatırlatılması istenmiş hem de O’nun insanlığa ihsanından örnekler verilerek kendisine şükretmek gerektiğine işaret edilmiştir.
“Yedi yol” ile ne kastedildiği hususunda değişik görüşler vardır. Eski tefsirlerde bu ifade genellikle klasik astronomi tasavvurundaki yedi kat gök yani yedi kozmik sistem veya gezegenlerin yörüngeleri olarak yorumlanmıştır (Taberî, VIII, 12; Zemahşerî, III, 44). Elmalılı, âyetin sonunda geçen bilgi ile alâkalı ifadeyle de bağlantı kurarak, kendisi buradaki “yedi yol”dan insandaki beş duyu ile akıl ve vahiy yollarının oluşturduğu yedi idrak yolunu anladığını belirtmektedir (V, 3439). Bize göre –İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (XVIII, 27)– bu yorumlar içinde en uygun olanı, “yedi yol”u eskiden meşhur olan yedi gezegenin yörüngeleri kabul eden yorumdur. Buradaki yedi sayısının sınırlayıcı değil, çokluk bildirmek için kullanıldığı da düşünülebilir.
Yaratılanlar” diye çevirdiğimiz halk kelimesi tefsirlerde “yaratma” şeklinde de açıklanmıştır. İlk yoruma göre Allah bütün yarattıklarını bilmektedir. Aristo ve onu izleyen bazı filozofların iddia ettiği gibi Allah yarattıklarının durumundan habersiz değildir; O hem yaratır hem de yarattıklarını bilir; onları yönetir, korur, besler, barındırır, çoğaltır, azaltır, yaşatır, öldürür... Kezâ O, yaratma işlevinden de habersiz değildir; 14. âyette belirtildiği gibi, O “yapıp yaratanların en güzeli”dir; yaratması ilimle, hikmetledir, bu sebeple de her yaratmanın bir anlamı, yarattıklarıyla ilgili bir gayesi vardır.
Buradaki halk ile insanların kastedildiği de söylenmiştir. Bu durumda âyetin ilgili kısmı, “Biz insanlardan, onların yapıp ettiklerinden habersiz değiliz” anlamına gelir (Râzî, XXIII, 87).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 16-17
 
Mü'minûn Suresi - 18-20 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِࣗ وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِهٖ لَقَادِرُونَۚ
    ﴿١٨﴾
  • فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِهٖ جَنَّاتٍ مِنْ نَخٖيلٍ وَاَعْنَابٍۘ لَكُمْ فٖيهَا فَوَاكِهُ۬ كَثٖيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
    ﴿١٩﴾
  • وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِلٖينَ
    ﴿٢٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾18﴿
Gökten uygun ölçüde su indirir, onu arzda tutarız. Kuşkusuz bizim onu gidermeye de gücümüz yeter.

﴾19-20﴿
O su sayesinde sizin için, çok sayıda meyvelerin bulunduğu, yiyip beslendiğiniz hurma bahçeleri, üzüm bağları; kezâ Sînâ dağında yetişen, hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık veren bir ağaç (zeytin ağacı) meydana getiririz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah’ın, kendi yarattıklarından habersiz olmadığını, aksine ilmi ve hikmetiyle evreni bir düzen içinde kurduğunu ve yaşattığını gösteren en ilgi çekici kanıtlardan biri olarak yağmur olayı, bu olayın etkisi ve hayata katkısı hatırlatılmakta, bu konudaki ilâhî yasalardan bazısına işaret edilmektedir. Bunlardan biri yağmurun “uygun ölçüde” indirilmesidir. Zaman zaman –belirli sebeplere ve hikmetlere bağlı olarak– bölgelere ve tabiat şartlarına göre yağmurun ihtiyaçtan az veya çok yağması yüzünden bazı sıkıntılar, âfetler yaşanmakla beraber dünyanın geneli dikkate alındığında bu durumlar istisnaî olup yağmur olayının canlılar için yararını esas alan yasalara göre cereyan ettiği, bu hususta bir düzenin hâkim olduğu görülmektedir. Râzî, buradaki “ölçü”nün, yağmur suyunun insan, hayvan ve bitkilerin yararlanmasına en uygun kıvamda ve saflıkta olduğuna delâlet ettiğini belirtirken (XXIII, 88) Elmalılı da suyun terkibindeki ölçülülüğe; buharlaşma, yoğunlaşma gibi fiziksel olaylardaki yasalara ve bütün bunların tesadüfen olmayıp ilâhî hikmet ve inâyetin sonucu olduğuna dikkat çeker (V, 3441).
18. âyetin dikkat çektiği yağmur olayındaki ilâhî yasalardan biri de yağmur suyunun “arzda tutulması”dır. Bu da yeryüzü varlıkları için büyük bir nimettir. Şayet arz yağmur suyunu tutmayıp olduğu gibi dibe indirseydi veya bu sular sel halinde tamamen akıp gitseydi veya çarçabuk buharlaşsaydı, canlılar yağmurun hayatî faydalarından mahrum kaldığı gibi –erozyon olayında görüldüğü üzere– yağmur zararlı bile olabilirdi. Yağmur suyunun arzda tutulmasından, suyun yer altında belli tabakalarda birikmesi kastedilmiş olabilir. Bu da canlılar için Allah’ın bir lutfu ve rahmetidir. Çünkü yer altı suları gerek tabii olarak yüzeye çıkmak, gerekse insan emeğiyle çıkarılmak suretiyle faydalı hale gelir.
Âyette de ifade edildiği gibi Allah Teâlâ, canlılar için bu kadar yararlı olan yağmuru yağdırmamaya veya yağdırsa bile faydasız hale getirmeye de kadirdir. Bu ise canlılar için en büyük felâkettir. Nitekim uzayda şimdiye kadar bilinenler içinde yağmur olayının cereyan ettiği tek gezegen dünyamızdır. Bir an Allah’ın dünyamızdan bu nimetini geri aldığını düşünürsek o zaman dünyanın bütün değerini ve anlamını yitirdiğini anlarız. Çünkü dünyayı anlamlı ve değerli kılan şey hayattır. Su ise –müteakip âyetlerden de anlaşılacağı üzere– bir hayat kaynağıdır.
Muhammed Esed’in de belirttiği gibi 20. âyette, Kur’an öncesi dönemde birçok peygamberin yaşadığı ve tebliğde bulunduğu Doğu Akdeniz coğrafyasını çağrıştırması için kutsal Sînâ dağı unsuru kullanılmıştır. Bu coğrafyada yetiştiği, hem katık olarak değerlendirildiği hem de yağından istifade edildiği bildirilen ağaç ise zeytin ağacıdır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 17-18
 
Mü'minûn Suresi - 21-22 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًؕ نُسْقٖيكُمْ مِمَّا فٖي بُطُونِهَا وَلَكُمْ فٖيهَا مَنَافِعُ كَثٖيرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ
    ﴿٢١﴾
  • وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَࣖ
    ﴿٢٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾21﴿
Sizin için hayvanlarda da alınacak ders vardır. Size onların karınlarında oluşan nesneden içiriyoruz; onlardan sağladığınız başka birçok fayda da var, onlardan yiyecek sağlıyorsunuz.

﴾22﴿
Onların üzerinde ve gemilerde taşınıyorsunuz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Hayvanlar” diye tercüme ettiğimiz 21. âyetteki en‘âm kelimesi genellikle koyun sürüsü veya deve, sığır gibi büyükbaş evcil hayvanlar için kullanılır. Âyetlerde süt ve etlerinden beslenmek, nakil aracı olarak kullanmak gibi yollarla insanların bu hayvanlardan istifade ettikleri hatırlatılıyor; hem onların bu şekilde yararlı kılınmasının bir tesadüf sonucu olmayıp Allah’ın planlı bir yaratmasıyla gerçekleştiğine hem de bu lutufların sahibine şükretmek gerektiğine dikkat çekiliyor.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 18
 
Mü'minûn Suresi - 23-25 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِهٖ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ اَفَلَا تَتَّقُونَ
    ﴿٢٣﴾
  • فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهٖ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُرٖيدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْؕ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فٖٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّلٖينَۚ
    ﴿٢٤﴾
  • اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِهٖ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِهٖ حَتّٰى حٖينٍ
    ﴿٢٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾23﴿
Andolsun ki Nûh’u da kavmine gönderdik de, “Ey kavmim!” dedi, “Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur. İsyan etmekten sakınmıyor musunuz?”

﴾24﴿
Kavminin inkâra sapmış ileri gelenleri dediler ki: “Bu adam, size üstünlük kurmak isteyen, sadece sizin gibi sıradan bir insandır. Eğer Allah (elçi göndermek) isteseydi herhalde bir melek gönderirdi. Biz geçmiş atalarımızdan böyle bir şey duymadık.

﴾25﴿
Bu adam olsa olsa cin çarpmış biridir; bir süre onu gözetim altında tutun.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu âyetlerden Nûh kavminin çok tanrılı bir inanca sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nûh’un uyarısına rağmen kavminin ileri gelenleri, onun tevhide çağıran tebliğleri üzerinde samimi olarak düşünecekleri yerde, davetinin altında kötü niyet aramaya kalkışmışlar, liderlik peşinde olduğu, aklî dengesinin yerinde olmadığı gibi haksız iddialar ileri sürerek onu insanların gözünde küçük düşürmeye çalışmışlardır. Onu aklî dengesi yerinde olmamakla suçlamalarının sebebi, kendi bâtıl inançlarını aklın gereği olarak görmeleri, buna aykırı bir inancın akılla bağdaşmayacağını sanmalarıdır (Hz. Nûh ve tevhid mücadelesi hakkında bilgi için bk. Hûd 11/25-49).
Bir süre onu gözetim altında tutun” diye çevirdiğimiz ifade tefsirlerde iki şekilde açıklanmıştır: a) O akıl hastası olduğuna göre bir süre sabredip bekleyin; iyileşirse ne âlâ, aksi halde öldürürsünüz; b) Bir süre bekleyin; eğer gerçekten peygamber ise Tanrı ona yardım edecek, durumunu güçlendirecektir; o zaman biz de kendisine uyarız; ama eğer yalancının biriyse Tanrı onu alçaltır, planını bozar, biz de ondan kurtuluruz.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 20
 
Mü'minûn Suresi - 26-29 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالَ رَبِّ انْصُرْنٖي بِمَا كَذَّبُونِ
    ﴿٢٦﴾
  • فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ فٖيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْنٖي فِي الَّذٖينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
    ﴿٢٧﴾
  • فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ
    ﴿٢٨﴾
  • وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْنٖي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِلٖينَ
    ﴿٢٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾26﴿
Nûh, “Rabbim! Bunların beni yalancılıkla suçlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.

﴾27﴿
Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: “Bizim gözetimimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Buyruğumuz geldiğinde sular coşup yükselmeye başlayınca her cinsten birer çift hayvan ile kendileri aleyhinde hüküm kesinleşmiş olanların dışındaki aileni gemiye al; ama o haksızlığa sapmış olanlar konusunda sakın bana bir şey söyleme! Onlar kesinlikle boğulacaklar!

﴾28﴿
Yanındakilerle birlikte sen de gemiye yerleştiğinde, ‘Bizi bu zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamdolsun!’ de.

﴾29﴿
Yine de ki: ‘Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; en uygun şekilde indirip yerleştiren sensin.’

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kavminin inkârcı önderlerinin haksız iddia ve iftiralarla davetini engellemeleri karşısında Hz. Nûh’un Allah’tan yardım dilemesi üzerine bütün kitaplı dinlerde ve genel olarak çeşitli toplumların kültüründe yer alan meşhur tûfan olayı gerçekleşti (Nûh tûfanı hakkındaki âyetlerin yorumu ve olay hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49).
Hz. Nûh’un, hem şahsı hem de beraberindekiler adına yaptığı duasında Allah’ın kendisini “bereketli bir yer”e indirmesini dilerken, gemide bulunanların güvenlik ve rahatlığını veya yolculuğun bitiminde inecekleri yerin güvenli ve bereketli olmasını kastetmiş olabileceği yönünde açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 46-47; Râzî, XXIII, 95). Bizce bu duayı, sınırlamadan âyette olduğu şekliyle anlamak daha isabetli olacaktır. Bu, aynı zamanda her müminin bir yere yerleşirken, yolculuk yaparken tekrar etmesinde fayda bulunan anlamlı bir dua örneğidir.
 
Mü'minûn Suresi - 30 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَلٖينَ
    ﴿٣٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾30﴿
Kuşkusuz bu anlatılanlarda ibretler vardır; muhakkak ki biz bunlarla insanları sınarız.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanlığın atalarından olan Hz. Nûh’un davetinin ve insanlık tarihinde büyük yeri olan Nûh tûfanının ibret verici yanları bulunduğu bildirilmektedir. Bunların başında Nûh’un ilk tebliğinin tevhide dair olması gelir. Nitekim Nûh’tan önceki ve sonraki bütün peygamberlerin ilk davası da tevhid inancını yerleştirmek olmuştur. Ayrıca tûfan olayı bize şunları öğretmektedir: Allah’ın varlık ve birliğine içtenlikle inanıp hayatlarını doğruluk ve dürüstlük çizgisinde yürütenler, başlangıçta inkâr ve kötülüklere sapanların haksız suçlama ve iftiralarına, baskı ve zulümlerine mâruz kalsalar da sonunda mutlaka başarılı olacaklardır. Ancak bunun için Allah’a sığınıp güvenmenin yanında, nasıl ki Nûh peygamber, “Nasıl olsa Allah bizi kurtarır” diye düşünüp kolaycılığa kaçmamış, aksine kendi eliyle gemiyi yapıp diğer önlemleri almışsa, insanın üzerine düşen görevleri eksiksiz yapması, esbaba tevessül etmesi, yani başarmak için ihtiyaç duyacağı mümkün olan bütün tedbirleri alması gerekir. Âyetin sonunda dikkat çekilen Allah’ın denemesini yani sınavdan geçirmesini bu çerçevede anlamak uygun olur; yani Allah gelmiş geçmiş bütün insanları, kavimleri, milletleri yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davranıp davranmadıkları hususunda sınavdan geçirmiştir ve geçirmektedir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 21
 
Mü'minûn Suresi - 31-41 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَرٖينَۚ
    ﴿٣١﴾
  • فَاَرْسَلْنَا فٖيهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ اَفَلَا تَتَّقُونَࣖ
    ﴿٣٢﴾
  • وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
    ﴿٣٣﴾
  • وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ
    ﴿٣٤﴾
  • اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَࣕ
    ﴿٣٥﴾
  • هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَࣕ
    ﴿٣٦﴾
  • اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوثٖينَࣕ
    ﴿٣٧﴾
  • اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنٖينَ
    ﴿٣٨﴾
  • قَالَ رَبِّ انْصُرْنٖي بِمَا كَذَّبُونِ
    ﴿٣٩﴾
  • قَالَ عَمَّا قَلٖيلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِمٖينَۚ
    ﴿٤٠﴾
  • فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَٓاءًۚ فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ
    ﴿٤١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾31﴿
Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik.

﴾32﴿
Bunların arasından da kendilerine, “Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. İsyan etmekten sakınmıyor musunuz?” diyen bir elçi gönderdik.

﴾33﴿
Bu elçinin kavminden olup da inkâra sapan, âhirete ulaşmayı yalan sayan, dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz hatırlı kişiler halka şöyle dediler: “Bu da olsa olsa sizin gibi sıradan bir insan. Sizin yediğinizden yemekte, içtiğinizden içmektedir.

﴾34﴿
Sizin gibi sıradan bir insana uyacak olursanız o zaman herhalde kaybedenlerden olursunuz.

﴾35﴿
O size, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken tekrar hayat alanına çıkarılacağınızı mı söylüyor?

﴾36﴿
Bu size söylenenler gerçek olmaktan çok çok uzak!

﴾37﴿
Gerçek olan sadece şu yaşadığımız dünya hayatıdır. Ölür ve yaşarız. Bir daha da diriltilecek değiliz.

﴾38﴿
O, Allah hakkında sadece yalanlar düzüp koşan bir adamdır. Biz ona inanmıyoruz.”

﴾39﴿
O peygamber şöyle dedi: “Rabbim! Bunların beni yalancılıkla suçlamalarına karşı bana yardım et!”

﴾40﴿
Allah buyurdu ki: “Pek yakında onlar mutlaka pişman olacaklar!”

﴾41﴿
Nitekim kaçınılmaz bir âkıbet olarak onları o korkunç ses yakalayıverdi; böylece sel süprüntüsüne çevirdik onları! Zalimlerin canı cehenneme!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Eski müfessirlerin bir kısmı, bu âyetlerde ismi verilmeden kendisinden söz edilen neslin Semûd kavmi ve onlara gönderilen peygamberin Sâlih aleyhisselâm olduğu kanaatindedirler (meselâ bk. Taberî, XVIII, 19); çoğunluk tarafından ise bu neslin Âd kavmi, peygamberin de Hûd aleyhisselâm olduğu söylenmiştir (bk. Zemahşerî, III, 47; Râzî, XXIII, 97). Bununla birlikte burada sözü edilen peygamberin davet ettiği tevhid ilkesi, esasen Kur’an’da adı geçen peygamberlerin gerçekleştirmeye çalıştıkları ortak davadır. Hz. Muhammed de dahil olmak üzere bütün peygamberlere karşı mücadele verenler, bu kıssadakiler gibi genellikle eşraftan hali vakti yerinde, çıkarlarına uygun düştüğü için mevcut sistem ve telakkiden memnun olan kesimlerdi. Kur’an’da değişik vesilelerle anlatıldığına göre bunlar umumiyetle hak peygamberin getirdiği sistemi kendi toplumsal ve ekonomik statüleri için tehlikeli görmüşler; özellikle herkes gibi bu mütegallibe zümresinin de yapıp ettiklerinden dolayı sorumlu tutulacaklarını bildiren, böylece toplumda mutlak bir hak ve adalet bilincinin uyanmasını hedefleyen âhiret inancıyla ilgili tebliğleri reddetmişlerdir. Bunlar, âhiret inancının toplum tarafından benimsenmesini kendi konumları için tehlikeli ve rahatsız edici bulmuşlar; bunu yaparken de ilgili peygamberin Allah’tan haberler getirecek olağan üstü özellikler taşımadığını, herkes gibi onun da sıradan biri olduğunu ileri sürerek onu gözden düşürmeye çalışmışlardır. Aslında bu iddialar, peygamberin görünürdeki insanî özelliklerini abartılı ifadelerle öne çıkararak insanların dikkatlerini peygamberin tebliğlerindeki dinî ve ahlâkî ilkelerde bulunan gerçekliğe çevirmelerini önlemeyi amaçlayan kurnazca bir plandan, bir saptırmadan başka bir şey değildi. Sonuç olarak söz konusu âyetlerde pek çok peygamberin yaşadığı ortak bir tecrübenin dile getirildiği görülmektedir. Bu durumda Muhammed Esed’in, bu âyetlerde belli bir peygamber ve kavimden söz edilmediği, burada anlatılanların, “Allah’ın bütün peygamberlerine ve onların her birinin peygamber olarak yaşadıkları tecrübelerde tekrarlanan benzer çizgilere ilişkin genel bir atıf durumunda” olduğu şeklindeki görüşüne (II, 694) katılmak mümkündür.
Bu âyetlerde sözü edilen inkârcı zümrenin, peygamberin kişiliğine ve âhiret hayatına ilişkin iddiaları Kur’an’da muhtelif vesilelerle cevaplandırılıp reddedildiği için burada bir defa daha tekrarlanmasına gerek görülmemiş, sadece uğrayacakları acı âkıbete dikkat çekilmekle yetinilmiştir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 23-24
 
Mü'minûn Suresi - 42-44 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَرٖينَؕ
    ﴿٤٢﴾
  • مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَؕ
    ﴿٤٣﴾
  • ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاؕ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَادٖيثَۚ فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
    ﴿٤٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾42﴿
Sonra onların ardından başka başka nesiller getirdik.

﴾43﴿
Hiçbir ümmet kendi ecelinin ne önüne geçebilir ne de (ondan) sonraya kalabilir.

﴾44﴿
Sonra birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her bir ümmete kendi peygamberi geldikçe hep onu yalancılıkla suçladılar; biz de onları birbiri peşinden tarihe gömdük, onları ibret hikâyelerine dönüştürdük. İnanmayanların cehenneme kadar yolu var!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Buradaki neslin Lût, Şuayb, Eyyûb ve Yûsuf peygamberlerin kavimleri olabileceği belirtilmiştir (Râzî, XXIII, 100). Esasen bu âyetlerde geçmişteki belirli peygamberlerin inanç mücadelesi hakkında bilgi verilmekten ziyade şu noktalara dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde nesiller ve uygarlıklar birbirini izlemiş, her nesil Allah’ın değiştirilemez hükmüyle tayin ettiği ömrünü tamamlayınca ardından yeni bir nesil gelmiştir. Hz. Muhammed’e gelinceye kadar peygamberlik sürekli yenilenen bir kurum olmuştur. Peygamberlerinin davetlerini reddedip inkâr ve günahkârlıklarını sürdüren kavimler, ümmetler, bunun bedelini çeşitli felâketlere uğrayarak yok olup gitmekle ödemişlerdir. Kur’an-ı Kerîm başka âyetlerde bu sonucu ilâhî bir yasa (sünnetullah) olarak gösterir.
 
Mü'minûn Suresi - 45-48 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُبٖينٍۙ
    ﴿٤٥﴾
  • اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهٖ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَالٖينَۚ
    ﴿٤٦﴾
  • فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ
    ﴿٤٧﴾
  • فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَكٖينَ
    ﴿٤٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾45-46﴿
Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u, âyetlerimizle ve apaçık bir delil ile Firavun’a ve onun önde gelen adamlarına gönderdik. Fakat onlar büyüklük tasladılar. Zaten onlar herkese tepeden bakan bir topluluktu.

﴾47﴿
Nitekim şöyle dediler: “Soydaşları bize kölelik ederlerken bizden farklı olmayan bu iki adama mı inanacağız!”

﴾48﴿
Böylece onları yalancılıkla itham ettiler, sonuçta helâk edilenler arasına onlar da katıldı.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mûsâ ve kardeşi Hârûn’un getirdikleri “âyetler ve apaçık delil” ile genellikle Hz. Mûsâ’nın gösterdiği, bazılarının Hz. Hârûn’la da ilgisi bulunan mûcizeler kastedilmiştir (farklı açıklamalar için bk. Râzî, XXIII, 101).
İsrâiloğulları, Hz. Mûsâ kendilerini Mısır’dan çıkarmadan önce dört asırdır Mısır’da yaşıyor, burada ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. İşte 47. âyette Firavun ve çevresinin bu sebeple onları kendi köleleri gibi gördükleri, dolayısıyla aynı kavimden olan Mûsâ ve Hârûn’un dinlerini kabul etmenin kendileri için onur kırıcı olacağını ileri sürdükleri, böylece azgınlara ve sapkınlara yaraşır bir kibir ve gurur örneği sergiledikleri, bunun da onları helâke götürdüğü bildirilmektedir. Böylece gerek Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeli putperestlere gerekse bütün insanlara, doğru ve yanlışı makam-mevki, mal-mülk, soy-sop gibi ölçülerle ayırmaya kalkışmaları halinde bunun bedelinin çok ağır olacağı uyarısında bulunulmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 26
 
Geri
Üst